Bir süredir ABD’nin Suriye’den çekilmesi konuşulmakta olup, bunun bir kısmının da geçtiğimiz günlerde uygulandığı açıklanmıştır. Aslında bu konu, Trump’ın önceki dönem başkanlığında da “asker azaltma” kapsamında gündeme gelmiş, ancak askeri yetkililerin bu konudaki isteksizlikleri nedeniyle gerçekleşmemiş, Biden döneminin sonuna doğru da aksine, 900 olarak bilinen ABD asker mevcudunun 2000’e çıktığı açıklamıştır. Trump çekilme konusunda ısrarlı olup, bunun ne ölçüde gerçekleşeceği henüz açıklığa kavuşmamıştır.
ABD neden ve nasıl çekilir?
Bilindiği üzere ABD’nin, daha sonra da NATO stratejisine dönüştürülen yeni stratejisinde ağırlık merkezi Asya-Pasifik bölgesi olarak belirlenmiştir. Hem bu stratejinin gereği hem de dünyanın birçok bölgesinde bulunan, aslında ABD hegemonyasının bir gereği olan, ancak Trump’ın o bölgelerdeki ülkelerin güvenliği için bulundurulduğunu ileri sürerek, ABD kuvvetlerinin geri çekilmesi politikasında ısrarlı olması sonucunda bu konu gündeme gelmiştir.
Diğer taraftan, ABD kuvvetlerini geri çekme politikasının altında yatan önemli bir hususun da Trump’ın her konuyu para odaklı olarak görmesine bağlamak da mümkündür. Nitekim Avrupa ülkelerini ve NATO üyelerinin tümünü savunma harcamalarını ve İttifaka olan katkılarını arttırmaya zorlaması, Japonya ve Güney Kore’deki ABD kuvvetlerinin masraflarının, bulunduğu ülkeler tarafından karşılanmasını talep etmesi de bu düşüncesinin bir sonucu olarak görülmektedir.
Trump’ın Suriye’deki ABD askerlerini çekmek istemesinin de gelinen durum itibariyle, dikkat, gayret ve masraf olarak asker bulundurmaya fazla bir gerek kalmadığı düşüncesinden kaynaklandığı da söylenebilir. Ayrıca, İsrail’in bölgede yeterince etkinlik sağladığını, Dürzileri ve Alevileri örgütleyerek kendi kontrolüne alabileceğini, her ne kadar SDG’nin, Suriye Merkezi yönetimiyle anlaşıp, merkezi ordunun bir parçası olacağı kararlaştırılsa da bulunduğu bölgede fiili bir otonom yönetim olarak hareket etme özgürlüğüne sahip olacağını ve bunun da İsrail ile koordineli hareket edeceğini hesapladığı düşünülebilir.
Bölgede Türkiye’nin de etkili olduğuna ve bir sıkıntı yaratmayacağına da kanaat getirdiğini söylemek mümkündür.
ABD’nin bu gerekçelerle, askeri yetkililer istemese de Trump’ın ısrarıyla kademeli olarak asker azaltacağı anlaşılmıştır. İlk etapta 2000 olan asker sayısını 600 azaltarak 1400’e düşürdüğü, bölgede bulunan sekiz küçük operasyon üssünden üçünü kapattığı, 60 gün sonra durumu yeniden değerlendirerek ona göre hareket edileceği açıklanmıştır. Yeni dönemde bölge güvenliğini yerel aktörlere devretmeyi düşündüğü, ancak IŞİD tehdidi sürerken varlığını sınırlı da olsa korumayı planladığı söylenebilir.
İsrail ABD’nin çekilmesini istemiyor
İsrail hem Suriye’deki etkinliğini sürekli kılmayı hem İran faktörünü gözetmeyi, esas olarak da Türkiye’nin bölgedeki etkisini sınırlamayı ön planda tuttuğundan, ABD’nin bölgeden çekilmesini arzu etmemektedir. Netenyahu’nun daha 2 ay önce ABD’ye gitmişken bu ayın başında tekrar apar topar Trump’a koşmasının başlıca sebebinin, çekilmeyi önlemek olduğu anlaşılmıştır.
İsrail, Türkiye’nin Suriye’de etkinlik sağlamasını ve özellikle bir üs kurmasını kesinlikle istemediğini açıklamıştır. Bu nedenle Suriye’deki, kullanılma imkânı olan ve içlerinde Türkiye’nin üs kurma ihtimalinin de bulunduğu T-4 üssü de dahil 3 üssü bombalayarak kullanılamaz hale getirmesinin amacının da bu olduğu bellidir.
Ancak Suriye sahasında hem Türkiye’nin hem de İsrail’in etkinlik kurmak istemesi, bu iki ülkenin her an karşı karşıya gelme ihtimalini de beraberinde getirmektedir. ABD de bölgede sorun çıkmamasını ve bu iki ülkenin çatışmasını değil, iyi ilişkiler içinde olmasını istemektedir. Trump’ın Netenyahu’ya, “Türkiye’yle bir sorun yaşarsanız bana bildirin ben çözümlerim” demesinin sebebi de budur.
Her iki ülke de Suriye bölgesinde karşı karşıya gelme niyetinde olmadıklarını açıklamalarına rağmen, çıkarlarını ve güvenliklerini ön planda tuttuklarını beyan etmelerini de göz önünde bulundurmak gerekir. Yine de çatışma ihtimalini önlemek için, ABD’nin her iki ülkeye de bir çatışmasızlık mekanizmasının kurulması için telkinde bulunduğu, iki ülkenin de Azerbaycan arabuluculuğunda böyle bir mekanizma kurulması hususunda mutabık kaldıkları bilinmektedir.
Türkiye’nin değerlendirmesi gereken konular
- ABD Başkanı Trump’ın Türkiye’ye sıcak mesajları, Suriye’deki PKK uzantısı SDG yapılanmanın meşrulaşmasına Türkiye’nin sessiz kalacağı yorumlarını beraberinde getirmektedir. Bu konu, Türkiye’nin bekasını ve güvenliğini etkileyen bir durumdur. SDG, ABD’ye yakındır. CENTCOM’la ilişkisini devam ettirmektedir. SDG’nin varlığının ve etkinliğinin devam edeceği, ABD’nin de IŞİD’le mücadele adına bu örgütü desteklemeyi sürdüreceği, İsrail’in de bu örgütle koordinasyon içinde olacağı değerlendirilmelidir.
-İsrail’in, ABD’nin Ortadoğu’daki kalesi olduğu, onun kendi bildiği istikamette hareket etmesini istemese de isteklerine de kayıtsız kalmayacağı ve BOP ile Büyük İsrail Projesinin de örtüştüğü dikkate alınmalıdır.
-Suriye konusu ABD için öncelikli olmasa da BOP’un bir parçası, İsrail’in güvenliği ve bölgenin kritikliği sebebiyle tamamen göz ardı edilecek bir konu da değildir. Bu nedenlerle ABD’nin Suriye’den tamamen çekilmeye hazır olmadığı anlaşılmaktadır. Trump’ın ısrarıyla tedricen kuvvetini azaltsa da bunun yerini paralı asker şirketleriyle ve çeşitli danışmanlık hizmetleriyle dolduracağı, SDG’yi de kendine bağımlı olarak elinde tutacağı düşünülmektedir. ABD ayrıca, Rusya’nın halen bölgede olduğunu ve İran’ın da zamanı ve mekânı dikkate alarak etkili olmak isteyeceğini de hesaba katmak zorundadır.
-Trump, nükleer konusunda İran’la olan müzakerenin anlaşmayla sonuçlanmasını tercih etmekte, bu konuda İran’ı anlaşmaya zorlamak için bölgeye kuvvet yığınağı yaparak onu tehdit etmektedir. İsrail ise hemen müdahaleden yanadır. ABD/Trump’ın, İran’ın anlaşmaya yanaşmazsa müdahale edeceğini ve buna İsrail’in de katılacağını ifade etmesinin, bir taraftan İran’ı sıkıştırmak, diğer taraftan da İsrail’in gazını almak için yaptığı dikkate alınmalıdır. Ancak Trump’ın “Netenyahu ile her konuda aynı taraftayız” demesi anlamlıdır.
- İran’ın Nükleer silaha sahip olması, Türkiye’nin bölgedeki etkisinin azalmasına sebep olurken, diğer taraftan nükleer varlıklarının saldırı yoluyla etkisizleştirilmesi de İsrail’i ön plana çıkaracak, ABD’yle olan ortaklığını da pekiştirecektir. Bu da Türkiye’nin güvenliğini olumsuz yönde etkileyecektir. Bu nedenle ABD-İran nükleer anlaşma müzakereleri yakından takip edilmeli, konunun anlaşmayla sonuçlanmasının Türkiye’nin de çıkarına olduğu düşünülmeli, mümkünse bu durum teşvik edilmelidir.