Murat AĞIREL


Ankara Adliyesi’nde neler oluyor

Ankara Adliyesi’nde neler oluyor


 

Uzun zamandır insanlar güven bunalımı yaşıyor. Özellikle de yargıya kimse güvenemiyor. Trafikte bile çoğu insan bıçakla, sopayla, biber gazıyla dolaşıyor.

 

Türkiye’de artık şöyle bir görüntü oluştu: Birini bıçaklarsam, vergi kaçırırsam, cinayet işlersem, hırsızlık yaparsam serbest kalabilirim ama iktidara muhalefet edersem tutuklanırım.

 

Yanlış mı düşünüyorum?

 

Bugün birçok gazeteci, akademisyen, siyasetçi ya da sade vatandaş, yargıya başvurduğunda “Acaba tarafsız mı davranır” sorusunu zihninden geçirmeden edemiyor. Bu güven sarsıntısı, yargı reformuyla, göstermelik açıklamalarla ya da vitrin değişiklikleriyle çözülemez.

 

Mahkeme salonlarından çok televizyon ekranlarında, sosyal medyada, sokakta, pazarda, kahvehanelerde eş dost sohbetlerinde konuşulan bir yargı sistemimiz var artık. Ancak üzülerek belirtmem gerekir ki bu konuşmalar ne bağımsızlığını koruyan yargıçları ne de hukukun üstünlüğünü övüyor.

 

Kolay gelmedik ve ansızın da gelmedik bu duruma...

 

Anlatacağım elbette. Ancak bir gazeteci olarak şunu belirtmem gerekiyor: Bazı haberlerde, “Bu haber doğru çıkmasın” diye içten içe arzularız. Elimizde bilgi, belge olmasına rağmen “Bir yanlışlık vardır” diye peşinden koştururuz, sorarız, soruştururuz.

 

İşte bu haber de öyle bir haber.

 

Yer: Ankara Adliyesi

 

Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü, Ankara başsavcısının bilgisi ve talimatı doğrultusunda Ankara Savcılığı’nda görevli bir savcının kâtibinin başrolde olduğu “FETÖ borsası” çetesine operasyon yaptı.

 

Şikâyet üzerine başlayan bir soruşturmada, adliyede görevli bir savcının kâtibi ile FETÖ’den yargılanan ve yurtdışında firari olan bir avukatın işbirliğinden bahsediliyor.

 

Savcı kâtibinin, para karşılığı kişiler hakkında sorgulama yapıp, hakkında soruşturma olan kişiler hakkında para karşılığında “takipsizlik” veya “Kovuşturmaya yer yok” kararı gibi kararlar düzenlediği ve dosya kapattığı belirleniyor.

 

Hatta terör soruşturması nedeniyle mal varlığı üzerinde tedbir bulunan bir kişinin tedbir kararının da kaldırıldığı beyanlar arasında yer alıyor.

 

Yok artık demeyin, oldu. Kâtibin, avukatın kardeşlerinin işlettiği bir kırtasiyeye gidip para aldığı ve bu işlemleri uzun süreler yaptığı belirtiliyor.

 

Savcının haberi olmadan bu işlemleri nasıl yaptığı konusunda adli kaynaklardan öğrendiğim bilgiye göre, savcılar izindeyken ve tatil günlerinde bu işlemler yapılmış.

 

Diğer yandan konuştuğum bir kâtip de dosyaların başsavcı veya başsavcı vekilinin onayı olmadan kapatılamayacağını söylüyor.

 

Gel gör ki aldığım bilgileri hem adli kaynaklarımdan hem de Adalet Bakanlığı kaynaklarından doğrulattım.

 

Bahsi geçen skandal içinde bulunan kişilere operasyon yapılmış ve gözaltılar gerçekleştirilmiş. Başroldeki avukat ise yurtdışına kaçmış.

 

Artık işlemeyen bir sistem var. Çünkü kılcal damarlarda bile hasar görülüyor.

 

Bir ülkede yargı sistemi eğer bu kadar sık konuşuluyorsa bu bir işleyiş değil, bozuluş alametidir.

 

Çünkü gerçek bir hukuk devletinde yargı görünmezdir; kararlarıyla adaleti sağlar, kendi varlığıyla değil, işleviyle hissedilir.

 

Ama bugün durum tam tersi. Adalet sarayları artık adaletsizlik hikâyelerinin yazıldığı yerler haline geldi.

 

Bazı sanıklar servetleri sayesinde dosyadan çıkarken, diğerleri sadece soyadları ya da düşünceleri yüzünden tutuklu. Bu tablo toplumda “adaletin satın alınabileceği” gibi son derece tehlikeli bir algı yaratıyor.

 

Bugün yargı bu kadar sık konuşuluyorsa bilin ki adalet susuyordur.

 

Ve adaletin sustuğu bir ülkede çarkların dişlileri dönmez; ekonomi kalkınmaz, toplumsal huzur sağlanmaz, demokrasi var olamaz.

 

Yargının tekrar adaletle anılması için herkesin ama en çok da susturulanların konuşması gerekir.

 

“Yargıyı siyasallaştırmayın”, “Partisine göre hâkim savcı atamayın”, “Liyakatli yargıçlar görevlendirin” derken boşuna söylemiyorduk.

 

Geldiğimiz nokta, Türkiye’yi temellerinden sarsıyor farkında bile değiliz.