Bir gurbetçinin izlenimleri…
Her yaz olduğu gibi bu yaz da Almanya’dan Türkiye’ye izine geldim. Sadece hasret gidermek, memleket havası solumak değil amacım; aynı zamanda gözlem yapmak, iki toplumun yaşam koşullarını ve ekonomik gidişatını karşılaştırmak gibi bir merakım da var. Malum, her iki ülkede de yaşamış biri olarak kıyaslama yapabilecek, her iki tarafı da görebilecek bir konumdayım.
Son yıllarda Avrupa’dan gelen bazı vatandaşlarımız, Türkiye’ye adım atar atmaz çevrelerine ilginç bir mesaj veriyor: “Avrupa’da market rafları bomboş, insanlar perişan, hayat çok pahalı; ama Türkiye’de her şey bol, bolluk bereket var, kimse şikâyet etmesin.” Hatta bu sözler öyle keskin bir dille söyleniyor ki, sanki Türkiye’de geçim sıkıntısından, enflasyondan, pahalılıktan şikayet eden insanlara "Oturun oturduğunuz yerde, hâlâ halinize şükretmiyorsunuz" mesajı veriliyor.
Peki işin aslı gerçekten böyle mi? Avrupa'da, özellikle de Almanya'da, market rafları gerçekten boş mu? İnsanlar gerçekten temel ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorlanıyor mu? Yoksa bu anlatımlar, bir abartının ya da algının ürünü mü?
İzin sezonu öncesi ve sonrası Almanya’nın çeşitli şehirlerinde, özellikle orta ve düşük gelir gruplarının sık alışveriş yaptığı market zincirlerini gezdim: Aldi, Lidl, Netto ve Penny. Hepsinde gözlemler yaptım, fiyatlara baktım, ürün çeşitliliğini not ettim.
Öncelikle şunu net bir şekilde söylemeliyim: Raflar kesinlikle boş değil. Her kategoriden ürün bulunuyor; et, süt, ekmek, konserve, temizlik ürünleri, sebze ve meyve… Raflarda herhangi bir eksiklik ya da panik havası yok. Hatta çoğu zaman ürün bolluğu dikkatimi çekti. Peki fiyatlar ne durumda?
Son bir iki yıl içinde özellikle unlu mamuller, çikolata ve parfüm kategorilerinde bir miktar fiyat artışı olmuş. Ancak bu artış, Türkiye’de yaşanan yıllık yüzde 50-60’ları bulan enflasyonla kıyaslandığında oldukça makul kalıyor. Örnek vermek gerekirse, Almanya’da ortalama bir çikolata 1-2 Euro arasında satılıyor. Türkiye’de benzer kalite bir ürünün fiyatı 50-70 TL civarında, yani döviz kuru da hesaba katıldığında Almanya’da hâlâ daha ucuza alabiliyorsunuz.
Sebze ve meyve konusunda ise ilginç bir tablo var. Almanya’da muz, limon, elma, havuç gibi ürünler neredeyse Türkiye’den daha ucuz. Özellikle muzun kilosu 1 Euro’nun altında satılabiliyor. Türkiye’de ise muzun kilosu yerli üretim olmasına rağmen 40-50 TL’yi buluyor. Bu da gösteriyor ki, bazı temel gıda ürünlerinde Türkiye artık “ucuz ülke” olma avantajını kaybetmiş durumda.
Peki, Avrupalı Türkler neden Türkiye’ye geldiklerinde bu denli farklı bir tablo çiziyorlar? Bu durumun birkaç nedeni olabilir:
Psikolojik üstünlük kurma arzusu: Yurtdışında çalışan bazı vatandaşlarımız, Türkiye’deki akrabaları ve çevresi üzerinde bir tür ‘ekonomik güç’ izlenimi bırakmak istiyor olabilir. “Biz orada zor da olsa yaşıyoruz ama siz şükredin halinize” tavrı, aslında karşı tarafı küçümseme değil, kendini bir adım öne koyma çabasıdır.
Medya ve sosyal medya etkisi: Bazı Avrupa merkezli medya kuruluşları, kriz dönemlerinde marketlerdeki boş raf fotoğraflarını servis ederken bu durumun geçici ve lokal olduğunu belirtmiyor. Oysa bu görüntüler genellikle tedarik zinciri aksaklıklarından kaynaklanan kısa süreli boşluklar. Ancak bu fotoğraflar sosyal medyada hızla yayılıyor ve abartılıyor.
Nostaljik algı ve geçmişin etkisi: Almanya’da yaşam, özellikle son 10 yılda çok değişti. Artan göç, yüksek kiralar ve sosyal yardımların azalması bazı grupları zorlasa da, genel sistem hâlâ birçok ülkeye kıyasla sağlam ayakta. Ancak bazı gurbetçiler, 1980’lerin, 90’ların ‘refah Avrupa’sını’ özlüyor ve bugünün Avrupa’sına eleştirel yaklaşıyor.
Sonuç olarak şunu söylemekte fayda var: Avrupa’da da hayat kolay değil, Türkiye’de de… Her ülkenin kendi içinde dinamikleri, krizleri ve avantajları var. Ancak gerçekçi ve objektif olmak, bu tür karşılaştırmalarda oldukça önemli. Ne Avrupa bir felaketin eşiğinde, ne de Türkiye güllük gülistanlık.
Birbirimizi yanıltmaya değil, anlamaya ve empati kurmaya ihtiyacımız var.