Dış ticarette dünyanın hamalı olduk
ABD bir adet iPhonu bize 1000 dolara yani 41 bin TL’ye ihraç ediyor. Biz bir adet iPhone almak için kilosu 20 liradan 2 bin 50 kilo domates ihraç etmek zorundayız.
Türkiye teknoloji üretemiyor ve ihraç edemiyor. Türkiye’nin toplam ihracatı içinde yüksek teknoloji ürünleri ihracatının payı yüzde 3,4 oranındadır. Bunun içindir ki sürekli dış açık veriyoruz.
Dünya Bankası 2023 verilerine göre toplam ihracat içinde yüksek teknoloji ürünleri ihracatının payı en düşük olan ülke Türkiye’dir.
Oysaki Türkiye 1970’li yıllara kadar, Malezya, Endonezya, Güney Kore gibi ülkelerden daha iyi durumda idi. Şimdi aşağıdaki tabloya baktığımda geldiğimiz son benim canımı acıtıyor. Sizin acıtmıyor mu?
TEKNOLOJİ ÜRÜNLERİ İHRACATININ TOPLAM İHRACATTA PAYI
- DÜNYA ORTALAMASI :22,7
- GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER :20
- MALEZYA 58,7
- GÜNEY KORE: 30,1
- MEKSİKA :17,6
- ENDENOZYA :9,1
- ARJANTİN 5,4
- TÜRKİYE 3,4
Kaynak: Tradingeconomics
OECD ülke raporları içinde yer alan Türkiye raporunda, “Türkiye’nin İnnovasyon sisteminin performansı hâlâ OECD ortalamasının altında kalmaktadır. Türk şirketlerinin gerçekleştirdiği inovasyon ise yine OECD ortalamasının yarısıdır. Ar-Ge’ ye verilen kamu desteği de OECD ortalaması altındadır.” deniliyor.
Bazı ülkelerde Ar-Ge harcamalarının GSYH payı şöyledir;
- OECD ortalaması yüzde 2,7,
- İsrail yüzde 6,35
- Güney Kore yüzde 5,22,
- ABD 3,45,
- Türkiye’de yüzde 1,42’dir.
Türkiye Ar-Ge’ye en düşük kaynak ayıran ülkedir.
TÜBİTAK verilerine göre Türkiye de 2023 yılında Ar-Ge harcamalarının payı olarak;
- Özel Sektör yüzde 65,1
- Yükseköğretim kurumları yüzde 30,
- Kamu Sektörü yüzde 4,9 dur.
- Türkiye neden Ar-Ge’ye düşük kaynak ayırıyor? Neden yüksek teknoloji üretemiyor? Neden inovasyonda geri kaldı?
Bu soruların tek cevabı var, siyasi tercihlerimizi yanlış kullandık, popülizm tuzağına düştük, siyasi tercihlerimizi liyakat esasına göre değil, ideolojik ve çıkar hesaplarına göre kullandık. Bu nedenle de kötü seçim yaptık darbelere alet olduk ve sonuçta kötü yönetildik.
Söz gelimi 1980 darbesinden önce, Üniversitelerde idari ve bilimsel bağımsızlık vardı. Rektör ve dekanı öğretim üyeleri liyakat esasına göre seçerlerdi. Rektör ve dekan da öğretim üyelerine karşı sorumluluk duyardı ve çalışırdı. Üniversitelerde bilimsel ekolleşme vardı. Bilimsel anlamda farklı düşünce akımları, görüşleri ekol, okul haline gelmişti. Dünyada bilimde teoriler bu şekilde oluşmuştur.
Darbe hükümeti Doğramacı ile işbirliği yaptı, vakıf üniversitelerini getirdi. Üniversitelerde bilimsel ekolleşmeyi kaldırdı. YÖK liselerde olduğu gibi standart ders programları yaptı ve gönderdi. Bir rektör de Üniversite önünde birikim kalkar diye hükümetleri ikna ederek açık öğretimi getirdi. Öğrenci sayısı olarak örgün eğitimin yüksek öğretimde payı yüzde 45’e geriledi. Örgün eğitim ve ekolleşme ortadan kalktı.
Dahası, darbe sonrası rektör seçimlerinde İstanbul Üniversitesinde tıp hocaları çoğunlukta olduğu için çıkar odaklı olarak hep tıp fakültesi öğretim üyeleri seçildi. Sonra YÖK, ideolojik eleme yaptı. Şimdi de yalnızca Cumhurbaşkanı tarafından ve yalnızca yandaşlar atanıyor.
Kamu sektöründe hepimizin bildiği liyakat sorunu var. Özel sektörde güven duymadığı için kısa vadeli planlama yapıyor, uzun vadeli Ar-Ge’ye girmiyor.
Bu işin içinden nasıl çıkarız? Rahmetli Baykal’ın deyimi ile akıl tutulmasından kurtulduğumuz zaman.