İmamoğlu soruşturmasında her gün manşetlere taşınan yeni bir iddia, sosyal medyada dolaşan çelişkili bilgiler, TV ekranlarında dönen yorumlar ortaya atılıyor.
İşin daha da garibi, bizden bu karmaşayı çözmemiz isteniyor. Ortaya atılan iddiaların doğruluğunu sorduğunuzda araştırıyor, “Bu bilgi doğru değil” dediğimizde ise “Vay aklamaya çalışıyorsunuz!” ithamlarıyla karşılaşıyoruz. Soruşturma sürecine kamuoyu oluşturmak için medya destekli büyük yalanlar ekleniyor. Bu yalanlara, “Bir dakika, bu doğru değil” diyenlere ise türlü etiketler yapıştırılıyor.
Bu filmi daha önce de izledik.
Bu tür soruşturmalarda tüm evraklara sahip değiliz ancak görüyoruz ki bazı gazetecilerin, televizyon yorumcularının ve sosyal medya figürlerinin ellerinde dosyadan daha fazla “bilgi” var. Üstelik kesin cümlelerle konuşuyorlar. “Tamam, kabul, belgeleri çıkartıp gösterin” diyoruz. Tık yok.
Ancak buna rağmen kamuoyu doğru bilgiye ulaşamıyor. Çünkü bilgi, soruşturmanın içinden değil, algının dışından pompalanıyor.
İddialar çarpıcı: “560 milyar TL yolsuzluk”, “PKK’ye 100 milyon dolar aktarıldı”, “50 milyon dolarlık 3 villa, 15 milyon TL’ye satıldı.”
Ama ne savcılık tespitlerinde ne soruşturma evraklarında ne de başka resmi belgelerde bu tür iddiaların yeri yok.
Avukatlardan edindiğim belgeleri incelemeye devam ediyorum. Şüpheli sıfatıyla ifade veren kişilere sorulan sorular üzerinden savcılığın yaklaşımını da okuyabiliyoruz. Ve açıkça söyleyeyim: Kafamda hâlâ pek çok soru var.
Mesela...
Berlin: Gutes Hören sucht 700 Testhörer für Hörgeräte ohne Zuzahlung
Gutes Hören
Uğur Güngör isimli bir iş insanının yaptığı bir şikâyet, 2020 yılında KYOK (kovuşturmaya yer olmadığına dair karar) ile sonuçlanmış. Beylikdüzü Kaymakamlığı konuyu soruşturmuş, herhangi bir usulsüzlük bulamamış ve soruşturmaya izin verilmemiş. Ama aynı şikâyet yıllar sonra tekrar raftan indiriliyor. Bir tanık -bir dönem şoför olarak çalıştığını söyleyen biri- “Beylikdüzü Mado’nun alt katında gece yarısı toplantılar yapılıyordu. Murat Ongun, Necati Özkan, Ekrem İmamoğlu gibi isimler bu toplantılara katılıyordu” diyor. Savcılık bu iddia üzerine HTS kayıtlarını istiyor. Sonuç? İddia edilen tarihlerde adı geçen kişiler o bölgede bulunmamış. Yani bu ifade çöküyor. Daha ileri gidip Murat Ongun ve Necati Özkan’ın örgüt şeması içindeki yeri sorgulanıyor. Ama ortada ne bir somut veri ne de hiyerarşik düzene dair kanıt var.
Elif Güven örneği ise bambaşka bir garabet. Gözaltılar başladığında yurtdışındaydı, hemen Türkiye’ye döndü ve gözaltına alındı.
Gizli tanık diyor ki:
“Elif Güven, Medya AŞ yönetim kurulu üyesidir. Usulsüz doğrudan temin ihalelerinin çoğunu onun üzerinden hazırlandığını biliyorum.” Elif Güven’e bu ifade soruluyor. O ise “Yönetim kurulu üyesi değilim. Reklam alanları müdürüyüm. Tüm işlemler Sayıştay denetiminden geçti, usulsüzlük yok” diyor. Gerçekten de tüm işlemler Sayıştay denetiminden geçmiş, bir kusur veya bulguya rastlanmamış. Sonuç? Tutuklanıyor. Kaçma şüphesi bulunmayan bir kişi neden tutuklanır?
Başka bir örnek:
İmamoğlu’na yöneltilen 46 sorunun 31’i tanık beyanına dayanıyor. Oysa Türk Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre tanık beyanı tek başına delil sayılamaz.
Yargıtay kararları da açık: “Tanık beyanı, ancak başka objektif delillerle desteklenirse hükme esas alınabilir.”
Bir de finansal ilişkiler konusu var. Soruşturma dosyasında yer alan bilgilerden biri şöyle: BVA Reklam adlı şirketin hesabından Hüseyin Köksal’a 130 milyon TL aktarılıyor. Köksal, bu paranın 50 milyon TL’sini ortağı olduğu CARSAL Reklam’a gönderiyor. CARSAL da İmamoğlu İnşaat’a ödeme yapıyor. “Paravan zincir” iddiaları buradan çıkıyor. Avukatlara göre gerçek şöyle: “Bu para BVA’nın Hüseyin Köksal’a kar payı olarak yaptığı ödemedir.” CARSAL üzerinden yapılan ödeme ise İmamoğlu İnşaat’tan villa projesinden alınan bir adet bağımsız bölüm için yapılan ödemedir. Yani ortada arsa satışı ya da kamu kaynağı aktarımı yok. Bu iddia ile ilgili İmamoğlu’nun avukatlarına açtım sordum. Murat Kapki ve Hüseyin Köksal’ın ifadelerine baktım. Hüseyin Köksal şunu söylüyor özetle: “Murat Kapki zaten benim şirketten ortağım. Bana ödenen kar payı ödemesini diğer şirketime aktardım ve oradan da 30 yıldır ailemin yaptığı gibi İmamoğlu inşaattan 6 ay vadeli bir tane ev aldım. Arsa deniyor ama bu yanlı. Aldığım sadece bir ev. Ben BVA adlı şirketi 2024 Temmuz ayında aldım. Ben aldıktan sonra İBB’den ihale almadım. Bu paranın Kültür AŞ’den gelen para ile bağı yoktur.” MASAK’ın raporunda ise dikkat çeken çarpıtmalar var. İddia edilen borç ilişkisi belgelerle çürütülüyor. Arsa İmamoğlu İnşaat’ın değil, tapu kayıtlarına göre başka üç kişiye ait. İmamoğlu İnşaat sadece inşaatı yapıyor, 18 villadan 9’unu alıyor. Yani sözleşme çok açık. Ama MASAK raporunda bu durum “arsa satışı” gibi gösterilmiş. Bu sadece yanlış değil, aynı zamanda kasıt içeriyor. Bir başka iddia da “İmamoğlu asıl telefonunu teslim etmedi” yönünde. İmamoğlu ifadesinde, “Bunlar dışında başka hat olabilir” demiş. Avukatları, tüm kişisel cihazların teslim edildiğini, söz konusu edilen hattın muhtemelen özel kalemde kullanılan, herkesin aradığı “kurumsal hat” olduğunu söylüyor.
Ve çok dikkat çeken bir detay:
İçişleri Bakanlığı, İBB’ye 24 Şubat 2025’te yazı yazarak soruşturmaya konu şirketlerin aldığı tüm ihalelerin listesini istiyor.
Sadece bir gün sonra yeni yazı geliyor ve bu kez yalnızca 2019 sonrası ihalelerin dökümü talep ediliyor. AKP dönemi İBB yönetimi es geçiliyor. Yargılamalarda yine bir “milat” uyduruldu. Haliyle bu, soruşturmanın yönünün değiştiğini ve odağının “yolsuzluk” değil, “siyaset” olduğunu düşündürüyor.
Sonuç olarak şunu söylüyorum: Soruşturma bir türlü ilerletilemiyor. HTS kayıtlarına bakıyorlar olmuyor, ihaleleri araştırıyorlar Sayıştay zaten aklamış. Aman diyorlar 2019 öncesine dokunmayın bu sefer art niyet ortaya çıkıyor.
Resmen doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı süreci yürütülüyor.