Her yıl binlerce öğrenciyi mezun eden eğitim sistemimiz, artık ciddi bir sorgulamayı hak ediyor. Çünkü bu sistem, ne çocuklarımızın yeteneklerine ne de ülkenin gelecekteki ihtiyaçlarına uygun bir yönlendirme yapıyor. Çocuklarımızı daha ilkokul çağlarından itibaren doktor, avukat, mühendis, mimar gibi popüler mesleklerle şartlandırıyoruz. Oysa bu meslekler, herkesin yapabileceği işler değil. Her çocuğun farklı bir yeteneği, ilgi alanı ve potansiyeli var. Ne yazık ki biz, bu bireysel farklılıkları yok sayarak herkese aynı gömleği giydirmeye çalışıyoruz.
Eğitimdeki en temel hatalarımızdan biri de ailelerin sürece yeterince dahil olmaması. Veliler olarak çocuklarımızı okula gönderiyoruz ama onların eğitim yolculuğuna gerektiği gibi eşlik etmiyoruz. Okul aile birliği toplantılarına gitmiyor, öğretmenlerle iletişim kurmuyoruz. Halbuki çocuğun başarısı sadece okulun değil, ailenin de sorumluluğundadır. Aile, çocuğunun hem akademik hem de kişisel gelişimini takip etmediğinde, sistemdeki eksikler daha da büyüyor.
Bir başka tartışma konusu ise eğitimde yapılan bazı uygulamalar. Örneğin bazı okulların tabelaları değiştirilerek "Kız İmam Hatip Lisesi" yapılıyor. Ancak bu okullardan mezun olan öğrencilerin, din eğitimi dışında bir mesleki donanıma sahip olmadığı görülüyor. Elbette din eğitimi önemlidir, ancak meslek edinme hakkı da bir o kadar değerlidir. Gençlerimize hem dini bilgi hem de mesleki beceri kazandıracak bir sistem kurulmalı.
Avrupa ülkelerine baktığımızda daha planlı ve ihtiyaca dayalı bir eğitim modeli görüyoruz. Öğrenciler ilkokuldan sonra başarılarına ve yeteneklerine göre ortaokul, lise ya da meslek liselerine yönlendiriliyor. Meslek okullarında duvar kağıdı döşemekten ev boyamaya kadar birçok alanda uygulamalı eğitim veriliyor. Başlangıçta akademik başarı gösteremeyen öğrenciler bile, zamanla mesleklerinde ilerleyerek yükseköğrenim yapma şansı elde edebiliyor. Bu model, gençleri hayata daha iyi hazırlarken, ülke ekonomisine de nitelikli iş gücü kazandırıyor.
Bizde ise tam tersine, her yıl yüzbinlerce öğrenci üniversite sınavına giriyor ve büyük çoğunluğu plansız bir şekilde üniversiteye yerleşiyor. Bu da mezun olduktan sonra işsiz kalan öğretmenler, mühendisler ve diğer meslek gruplarının sayısını artırıyor. Özellikle eğitim fakültelerinden mezun olan binlerce öğretmen atama bekliyor. Çünkü sistem, ne kadar öğretmene ihtiyaç olduğunu hesaplamadan kontenjan açıyor. Bu durum hem bireysel umutları hem de kamu kaynaklarını israf ediyor.
Sonuç olarak, eğitim sistemimizde köklü bir reform şart. Öğrencilerin yeteneklerine göre yönlendirilmesi, meslek liselerinin güçlendirilmesi ve yükseköğrenimde arz-talep dengesinin gözetilmesi gerekiyor. Ara eleman ihtiyacının görmezden gelinmediği, bireylerin sadece diplomaya değil gerçek becerilere sahip olarak mezun olduğu bir sistem kurmalıyız. Aksi takdirde hem çocuklarımızın hem de ülkemizin geleceği risk altında kalmaya devam edecek.