Karadeniz’in verimli topraklarında yetişen fındık, yıllardır bölge halkının hem geçim kaynağı hem de umudu oldu. Türkiye, dünya fındık üretiminin yaklaşık %70-75’ini gerçekleştiriyor. Ancak ne acıdır ki bu stratejik üründe fiyatı belirleyen biz değil, binlerce kilometre ötede oturan İtalyan alıcılar oluyor. Üretenin değil, tüketenin kazandığı bir sistemde, fındık üreticisi her geçen yıl daha fazla borçlanıyor, daha fazla yıpranıyor.
Son iki yıldır ise fındık üreticisinin başı yeni bir dertle daha belada: kokarca böceği. Bu zararlı, sadece fındığın kalitesini düşürmekle kalmıyor; gelişimini engelliyor, randımanı azaltıyor ve ürünün pazardaki değerini neredeyse yarıya indiriyor. Bu böcekle mücadele etmek için kullanılan ilaçların fiyatı ise dudak uçuklatıyor. Zaten dar boğazdaki üretici, hem bu ilacı almak hem de tarlasına uygulamak için yeni makineler edinmek zorunda kalıyor. Sadece makineyi almak değil, onu kullanacak işçiye de ayrı bir bedel ödemek gerekiyor. Bu da üretim maliyetini daha fındık dalındayken ikiye, üçe katlıyor.
Fındık bahçelerinin temizliği de başlı başına bir sorun. Genellikle benzinle çalışan motorlu tırpanlarla yapılan temizlik, hem zaman hem de yakıt maliyeti açısından üreticiyi zorluyor. Üstelik bu işlemler her yıl değil, bazen aynı sezon içinde birden fazla kez yapılmak zorunda kalınıyor. Çünkü fındık, bakımı ihmal edildiğinde verim vermeyen, nazlı bir ürün. Yani üretici hem doğayla hem zararlılarla hem de ekonomik koşullarla aynı anda savaşmak zorunda.
Fındık dalında biraz gelişip yeşerdiğinde, bölgelerde ön tahmin çalışmaları yapılır. Kaç ton fındık çıkabileceğine dair öngörüler oluşturulur. Bu tahminler doğrultusunda da devlet eliyle fındık için bir taban fiyat açıklanır. Ancak açıklanan fiyat, üreticinin ürününü gerçekten satabildiği fiyat olmaktan çok uzak. Serbest piyasa koşulları adı altında, tüccarların belirlediği düşük fiyatlar çoğu zaman taban fiyatın da altına düşer. Destekleme alımları yapılsa dahi hem sınırlı kapasite hem de prosedürel zorluklar, üreticinin bu imkândan faydalanmasını zorlaştırır.
Hal böyleyken, tek gelir kaynağı fındık olan üretici kara kara düşünmeye başlar. Kimi kızına çeyiz yapmak ister, kimi oğlunu evlendirmek… Ancak fındığı toplatmak, patosa dövdürmek, kurutmak, çuvallamak ve pazara indirmek için harcayacağı parayı bile cebinden çıkarmakta zorlanır. Akıllardaki tek soru şudur: “Acaba bu masrafları karşılayıp elimde bir şey kalacak mı?”
Gerçek şu ki, fındık üreticisi alın terinin karşılığını alamıyor. Dünya fındık piyasasını belirleyen birkaç büyük firma, Türkiye'deki üreticinin emeğini yok sayıyor. Oysa ki bu ürün sadece bir tarım ürünü değil; bölgenin kültürü, geleneği, yaşam biçimi. Ve bu kültür, her yıl biraz daha tükeniyor. Gençler artık fındık bahçesinde çalışmak istemiyor. Çünkü emeklerinin karşılığını alamayacaklarını biliyorlar.
Fındıkta gerçek bir dönüşüm şart. Devletin üretici lehine politikalar geliştirmesi, girdi maliyetlerini azaltacak destekleri artırması gerekiyor. Tarım kooperatiflerinin güçlendirilmesi, ihracatta üreticiye söz hakkı verilmesi ve fiyatların dışarıda değil,içeride belirlenmesini sağlayacak bir milli stratejiye ihtiyaç var.
Biz üretmeye devam edeceğiz. Ancak artık sormaktan da vazgeçmeyeceğiz: Ürettiğimiz fındığı değerinde satabilecek miyiz?