Murat AĞIREL


İddianamedeki kusurlar

İddianamedeki kusurlar


Türkiye’de hukuk metinleri bazen adaletin pusulasıdır bazen de siyasetin kılıfı. Her kim kamuyu zarara uğratıyorsa, adı sanı, görevi, partisi ne olursa olsun zarar tazmin edilmelidir.

 

Bu hususta yayımlanmış iki kitabım var.

 

Özellikle Ankara Büyükşehir Belediyesi özelinde de yayımlanmış iki ayrı kitabım daha var. Konusu sadece yolsuzluk, mevzuata aykırılık ve terör örgütü iddiaları...

 

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı bu iddianame, ikinci kategoriye tehlikeli biçimde yakın duruyor. Çünkü bu metinde delil değil, kanaat; hukuk değil, bence siyaset konuşuyor.

 

İddianamede toplam 130 konser incelenmiş. Hepsi, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 22/b maddesi kapsamında doğrudan temin yoluyla yapılmış. Ancak dikkat: Bu 130 konserin yalnızca 32 tanesinde “kamu zararı” iddiası var. Yani incelemenin yüzde 75’inde hiçbir usulsüzlük tespit edilmemiş. Bu tablo, başlı başına iddianameyi çürüten bir gerçek. Eğer aynı yöntemle yapılan 130 konserden 98’i hukuka uygunsa, o zaman yöntem değil, değerlendirme sorunludur.

 

Savcılığın “usulsüz ihale” iddiası, aynı işlemi birinde suç, diğerinde rutin sayarak kendi içinde çelişiyor. Oysa 22/b maddesi açık: “Niteliği gereği yalnızca belirli kişi veya kuruluşlarca yapılabilecek işler, ivedilik gerektiren hallerde doğrudan temin yoluyla yapılabilir.”

 

Konser, doğası gereği şahsa bağlı bir hizmettir. Bir Yalın konserini Sıla, bir Tan Taşçı konserini Haluk Levent veremez. Sanatçının tarzı, repertuvarı, kitlesi hizmetin kendisidir. Dolayısıyla bu tür işler için doğrudan temin yapılması kanunun öngördüğü istisna kapsamındadır.

 

Başarılı genişleme: Avrupa'daki konumunuz olarak Hannover

Şirketinizi Türkiye'den Avrupa'ya taşıyın! Hannover, Almanya'da başarılı olmanız için ideal koşulları sunuyor. Sürdürülebilir ekonomik refah için fırsatınızı yakalayın - sizi her adımda destekleyeceğiz.

HIBS Germany

 

SINIRLAR ESNETİLDİ

Hatta 22/d maddesi de bazı durumlarda kamu kurumları arasındaki alımlar için benzer esneklik tanır. Ancak iddianamede bu fark yok sayılmış, 22/b ile 22/d tek potada eritilmiş. Kısacası, mevzuatın teknik sınırları bilinçli biçimde esnetilmiş.

 

Tutup da burada körü körüne Ankara Büyükşehir Belediyesi’ni savunacak değilim. Her ihale her imza her kuruş sonuna kadar araştırılmalı. Ben gazeteciyim, hukuku savunmak zorundayım. Bu ihale maddesinde de yoruma açık bırakılmayacak şekilde düzenleme yapılması şart gözüküyor. Zira yangın, sel, deprem gibi doğal afetler durumunda kullanılacak olan bir madde daha var: 21/b. Ne yazık ki yöneticiler bu ihale maddesini de eğip bükerek kullanıyorlar. Gazetecilik hayatım AKP’li belediyelerde bu 21/b maddesinin nasıl istismar edildiğini yazmakla geçti. Sayıştay raporları bu maddeye sığınarak harcanmış milyarlarca liralık usulsüzlüklerle dolu.

 

İddianamenin en kritik dayanağı, kamuya iş yapan özel bir şirketin hazırladığı bilirkişi raporu. Ancak bu şirketin ne konser organizasyonu ne de piyasa analizi konusunda uzmanlığı bulunuyor. Dolayısıyla rapor teknik değil, tamamen kanaat temelli.

 

Raporda “piyasa rayicinin üzerinde bedel” ifadeleri geçiyor ama hangi piyasa, hangi tarih, hangi kıyas yöntemi kullanılmış belli değil. Kapalı spor salonunda yapılan konser ile Atatürk Orman Çiftliği’nde yapılan konser aynı kefeye konmuş. 10 bin kişilik konser ile 100 bin kişilik konser aynı değerlendirilmiş. Üstelik konserlerin teknik bileşenleri (sahne, ışık, ses, güvenlik, ulaşım, prodüksiyon) hesaba katılmadan sadece “sanatçı bedeli” üzerinden zarar hesabı yapılmış.

 

 

 

Ceza yargısında böyle bir raporun delil değeri yoktur. Çünkü bilirkişi raporu, CMK 63 ve 67’ye göre teknik, bilimsel ve ölçülebilir veriye dayanmalıdır. Bu rapor ise yalnızca bir yorum metnidir. İddianamede geçen örneklerden biri, 12 Haziran 2022 tarihli Tan Taşçı konseri.

 

O gün Ankara’yı sel vurdu; can kayıpları yaşandı, şehirde olağanüstü hal vardı. Konser iptal edildi. Ancak savcılık, sanatçıya yapılan ödemeyi “kamu zararı” saydı.

 

Oysa Türk Borçlar Kanunu’nun 136. maddesi açık: “Borçlunun sorumlu olmadığı bir sebeple edimin ifası imkânsız hale gelirse borç sona erer; taraflar kusursuz sayılır.”

 

Sel bir mücbir sebeptir. Konser iptal edilmiş olsa da sahne kurulmuş, teknik ekip hazırlanmış, sanatçı sahneye çıkmak üzere yola çıkmıştır. Bu durumda ödenen bedel zimmet değil, sözleşmeden doğan hak edilmiş bedeldir. Bir yanda insanlar sele kapılıp can veriyor, diğer yanda devlet “İptal edilen konserin parasını ödediniz” diye dava açıyor. Bu tablo sadece hukukun değil, vicdanın da çöküşüdür.

 

İddianame, sanıkları TCK 247-nitelikli zimmet suçlamasıyla hedef alıyor.

 

Ancak zimmet suçunun oluşması için: Failin kamu görevlisi olması, kendisine teslim edilen parayı kendisine veya başkasına mal etmesi, bu fiille maddi menfaat sağlaması gerekir.

 

Burada ne “mal etme” fiili ne de menfaat unsuru gösterilmiş. Sadece, “Belediye kaynakları usulsüz kullanıldı” denmiş. Ceza hukukunda böyle genel ifadelerle suç kurulamaz. Üstelik her sanığın zimmetine geçen miktar ayrı ayrı belirtilmemiş.

 

 

 

Oysa TCK 20 ve Anayasa 38/7 gereği ceza bireyseldir. “Toplu zimmet” diye bir kavram yoktur. Bu iddianame, somut fiil yerine niyet yargılıyor. Bu son dönemlerde birçok iddianamede gördüğümüz bir kusur. Büyük ihtimal Ekrem İmamoğlu için yazılan iddianamede de benzer yorumları çokça göreceğiz.

 

Bilirkişi raporunda kamu zararının nasıl hesaplandığı belirsiz. Ne tablo var ne mali analiz.

 

Yalnızca “piyasa rayicinin üzerinde” denmiş.

 

Sayıştay’ın yerleşik içtihatlarına göre, kamu zararının varlığından söz edebilmek için:

 

- Gerçekleşen gider ile olması gereken gider arasında fark olmalı,

 

- Bu fark belgelendirilmeli,

 

- Zarar, kesin mali verilerle ortaya konmalıdır.

 

Burada bunların hiçbiri yok. O yüzden ortada zarar değil, zarar hikâyesi var.

 

Ve bu hikâye, 130 konserin 32’sine uygulanıp diğer 98’ine uygulanmadığı için eşitlik ilkesine de aykırı. Bir diğer önemli isim, Osman Can Taşbaş. Bu kişi el yazısıyla bir “itirafname” yazıyor ama belgeyi savcılığa değil, bir televizyon kanalına ve bir siyasetçiye teslim ediyor.

 

Ceza Muhakemesi Kanunu 217 çok açık:

 

 

 

“Yalnızca hukuka uygun yolla elde edilen deliller hükme esas alınabilir.”

 

Bu “itirafname” adli delil değil, medyatik bir araç. Üstelik bu kişi hakkındaki soruşturma “tefrik edilmiş”. Yani ifadesinin kendi lehine sonuç doğurması ihtimali yüksek. Bu da yargısal güveni tamamen yok ediyor.

 

Operasyon daha yapılmadan, eski belediye başkanı Melih Gökçek sosyal medyada “Yakında operasyon geliyor” diye paylaşımlar yapıyor.

 

Ve gerçekten geliyor.

 

Dosyada şikâyetçi ve şikâyetçi dilekçesini alan kim? Kendi oğlu, AKP milletvekili Osman Gökçek. Yani hem şikâyetçi hem televizyon sahibi hem sürecin yönlendiricisi. Yani bir mahkeme başkanı olmadığı kalmış.

 

Bu durumda ortada kamu yararı değil, kişisel rövanş vardır. İddianame o kadar zayıf ki Mansur Yavaş’ın adını sokmaya cesaret bile edememişler.

 

DOSYA AYRILDI

Diğer bir husus ise organizasyonu yapan firmaların ödemelerini aldıktan sonra gerçekleştirdiği işlemler MASAK raporunda yer almış. İşte bu kısım incelenmeli; vergi kaçırma var mıdır, yok mudur, araştırılmalıdır. Bu hususta dosya ayrılmış.

 

Bu dosyada delillerin yerini kanaatler, hesap tablolarının yerini televizyon röportajları, bilirkişi raporunun yerini teknik yetersizlikler almış.

 

 

 

130 konserin tamamı aynı torbaya konmuş ama yalnızca 32’si “zararlı” sayılmış. Sel felaketi kamu zararı sayılmış, teknik analiz yapılmadan zimmet çıkarılmış.

 

Bakın zimmet çok ciddi bir suçtur. Tek bir somut delil bile yetmez. Birbirlerini doğrulayan çapraz delillerle ilerlemek gerekir. Bu haliyle dosya bir ceza iddianamesi değil, bir siyasi hesaplaşma havası veriyor.

 

Kamunun parasının konser (milli bayramlarımız hariç), ağırlama, dergi, tanıtım, cilt gideri vs. başlıkları altında kamuya yararı olmayan işlere ayrılmasına karşıyım. Keza milli bayramlarda da yapılan harcama ortaya çıkarılan eseri, organizasyonun değerini ortaya koymalı.

 

Kamu zararı varsa tabii ki peşinden gidilmeli. Ama o zarar siyasetin değil, bağımsız yargının terazisinde tartılmalı.

 

Bugünkü tablo ise adaletin değil, rövanşın hikâyesini yazıyor. Ve en acı gerçek şu: Bu iddianame, kamu zararını değil, hukukun itibarını zarara uğratıyor