Murat AĞIREL


Ölüm serbest, sorumluluk yasak

Ölüm serbest, sorumluluk yasak


 

Bu ülkede insanlar ölüyor. Her gün, her ay, her yıl. Ve ölümlerin çoğu kader değil, ihmal. Üstelik en tehlikelisi şu: Bu ölümler “önlenebilir” olmasına rağmen, “önlenmeyen” ölümler olarak karşımıza çıkıyor. Dahası, bu ihmallerin birçoğu da cezasız kalıyor. İşte tam da bu yüzden Türkiye’de “cezasızlık” artık sadece bir hukuk sorunu değil, toplumsal bir çöküşün sessiz ama öldürücü işareti haline geldi.

 

Daha acısı bu ölümler artık sıradanmış gibi algılanmaya başlandı.

 

Önceki gün orman işçilerimizden 10 şehit verdik. Hepsi de ormanları vatan toprağı diyerek canıyla korumak isterken hayatını kaybetti. İnsanımızı dev boyuttaki alevlerle yüz yüze bırakana kadar ne kadar önlem aldık? Ormanlarımızı korumak için kim ne kadar harekete geçti? Kış mevsimi geldiğinde unutulan sanki hiç olmayacakmış gibi davrandığımız bu yangınlar için ta soğuk dönemlerden hazırlanmamız gerekiyordu.

 

Birkaç yıl önceki Marmaris yangınlarının söndürme çalışmalarına bizzat katıldım. O zamandan bu yana bir adım öteye gidemedik. Sadece uçak ya da helikopter almaktan bahsetmiyorum. Elektrik hatlarının denetlenmesi, kuru ot temizliği, olası yangın planlarına göre orman planlarının ortaya çıkarılması, müdahale tatbikatları, kamera ve yapay zekâ desteği...

 

İsteyene önlem almak için yapılacaklar saymakla bitmez.

 

Bu ülkede ölüm serbest, sorumluluk yasak.

 

Gelin yakın dönemden örnekler vererek anlatayım.

 

2021’de Kastamonu Bozkurt’ta sel oldu. AFAD verilerine göre en az 71 yurttaşımız yaşamını yitirdi. Neden? Çünkü dere yatağına yapılan yapılaşma uyarılara rağmen engellenmedi. HES kapakları zamanında açılmadı. Halbuki devletin kurumları yıllar önce “Burada büyük bir sel yaşanabilir” diye uyarmıştı. Kim dinledi? Hiç kimse. Görevini yapması gereken bürokratlar gereğini yapmadı. Sorumsuzluk silsilesi 71 kişiyi öldürdü.

 

Durchbruch mit neuer 2 Wochen Tattoo Tinte erzielt!

Beauty Essential

 

6 Şubat 2023’te yaşadığımız Kahramanmaraş merkezli depremler... Resmi rakamlarla 53 bin 537 kişi öldü. Bu insanlar sağlam binalarda değildi. Daha doğrusu hepsi fay hattı üzerine yapılmıştı. Fay hattı üzerinde yapılan ruhsatsız yapılarda ya da göz göre göre denetlenmeyen beton blokların altında öldüler. Bu bölgelerde yıllarca deprem tatbikatları yapıldı. Uzmanlar, akademisyenler, STK’ler uyardı. Ama kimse binaları kontrol etmedi. Denetleme yapması gerekenler görmedi, görmek istemedi. Bir gün böyle bir deprem olacağı yıllar yılı biliniyordu.

 

Ocak 2025’te Bolu Kartalkaya’da Grand Kartal Otel’de çıkan yangında 78 yurttaşımız hayatını kaybetti. Otel tadilat halindeydi ama faaliyet gösteriyordu. Yangın merdiveni çalışmıyordu. Acil çıkışlar kapalıydı. Elektrik tesisatı yıllardır kontrol edilmemişti. Yani her şey kaza için hazırdı, yangın sadece bahaneydi. Üstelik otelin işletilmesi için bütün izinler verilmişti.

 

Bu örneklerin üçünde de ortak bir şey var: Ölenler yurttaşlar, kalanlar sorumsuzlar. Hiç kimse ciddi anlamda hesap vermiyor. Kartalkaya yangınında, 32 kişi yargılanıyor. Evet ama asıl sorumlu olan kamu görevlileri, bakanlıklar, denetim izinleri verenler hakkında tek bir soruşturma bile açılmadı. Çünkü “izin verilmedi.” Evet, yanlış okumadınız: Türkiye’de kamu görevlilerini yargılamak için önce izin almanız gerekiyor. O izni nedense kimse vermiyor!

 

Deprem sonrası yüzlerce müteahhit gözaltına alındı. Manşetler atıldı. Ama sonra ne oldu? O binalara imza atan belediye yetkilileri, o zemin etüdünü onaylayan kurumlar, yapı denetim şirketleri... Hepsi hâlâ yerinde duruyor. Cezalandırılan birkaç taşeron, birkaç tabela şirketi. Geriye kalanlara ise dokunulmadı. Üstelik binayı yapan müteahhitler ya serbest bırakıldı ya da firari durumda. Yine ceza alamadılar.

 

Kastamonu’daki selde dere yatağına inşaat izni verenler, imar planlarını değiştirenler, yapılar yıkıldıktan sonra bile “Buraya ev yapılmasında sakınca yok” diyenler? Onlara da dokunulmadı. Hayatını kaybedenlerin yakınları “adalet” diye haykırdı ama duyan olmadı.

 

 

 

Bu noktada mesele sadece hukuk değil, bir ahlak ve vicdan sorunu haline geliyor. Eğer insanlar, yaptıkları ihmaller sonucu ölümler yaşandığında bile hesap vermiyorsa... Eğer devlet, ihmali olanları korumaya alıyorsa... O ülkede ne adaletten söz edebiliriz ne de insan hayatına verilen değerden.

 

Devletin görevi, vatandaşını yaşatmaktır. Sadece “öldükten sonra” mezar taşına başsağlığı yazmak değil, “ölmeden önce” yaşamasını sağlamaktır.

 

Ama biz ne yapıyoruz?

 

Yangın çıkmadan önce kontrol etmiyoruz. Sel gelmeden önce önlem almıyoruz. Deprem olmadan önce binaları denetlemiyoruz. Ve sonra hep birlikte “Başımız sağ olsun” diyoruz. Ama kimsenin başı sağ olmuyor.

 

Cezasızlık devam ettiği sürece bu ülkede hiçbir can güvende değildir. Önlenebilir ölümler, hesap sorulamayan ölümlere dönüşürse, toplum olarak dağılırız. Çünkü insan hayatının değersizleştiği yerde hiçbir kural kalmaz, hiçbir kurum işlemez, hiçbir güven oluşmaz.

 

Bu yazıyı bir çağrı olarak yazıyorum:

 

- Denetimsizliğe göz yumanlar da yargılanmalı.

 

- Bürokratlar başlarının üstünde denetim sopasını hissetmeli. Attıkları her imzada tir tir titremeli. Kılı kırk yararak iş yapmalı.

 

- Rüşvete ağır yaptırımlar getirilmeli.

 

- En önemlisi siyasi bağlantısı olan sorumlulara da dokunulmalıdır.

 

- Felaketten önce önlem alınmalı, insanlar can verdikten sonra özür dilenmemeli.

 

 

 

- Belki de en zor olanı ama yargının gücü, sadece alt sınıflara değil, herkese hissettirilmeli.

 

Unutmayın, bazı ölümler gerçekten önlenebilirdi. Ama olmadı. Çünkü ölüm bu ülkede serbest. Sorumluluk ise hâlâ yasak.