Osman DOST


Seçim Bir Çıkış Yolu Olabilir mi?

Seçim Bir Çıkış Yolu Olabilir mi?


 

Türkiye son yıllarda sadece ekonomik değil; siyasi, toplumsal ve hukuki alanlarda da derin bir krizle karşı karşıya. Enflasyonun önlenemez şekilde yükseldiği, alım gücünün hızla düştüğü bu ortamda; işsizlik özellikle genç nüfus arasında umutsuzluğu artırıyor. Güven bunalımı ise toplumun hemen her kesiminde kendisini derinden hissettiriyor.

 

Ekonomik darboğaz, tek başına büyük bir sorun olsa da, Türkiye’nin yaşadıkları yalnızca rakamlarla açıklanabilecek türden değil. Hukukun üstünlüğü, adaletin eşitliği ve kamu kurumlarının tarafsızlığı gibi temel ilkelerde yaşanan erozyon; toplumu yalnızca ekonomik değil, zihinsel ve duygusal bir çöküşe de sürüklüyor. Mahkemelere duyulan güvenin sarsıldığı, "adalet herkese eşit mi uygulanıyor?" sorusunun sıkça sorulduğu bir ortamda toplumsal huzurun sağlanması da zorlaşıyor.

 

Özellikle siyaset kurumunun devletin her alanına müdahalesi; başta eğitim olmak üzere birçok alanda ideolojik yönelimin belirginleşmesi, Cumhuriyet değerlerine bağlı geniş bir kesimde kaygıları derinleştiriyor. Laiklik, bilimsel eğitim ve düşünce özgürlüğü gibi temel kazanımların aşındığına dair kanaat yalnızca muhalif seçmenle sınırlı kalmayıp, kararsız yurttaşlarda da ciddi bir karşılık buluyor.

 

Bu tablo karşısında muhalefet, erken seçimi yaşanan krizden çıkış için en meşru ve demokratik yol olarak görüyor. Halkın iradesinin yeniden tecelli etmesi; temsilin güncellenmesi ve mevcut yönetime güven tazeleme ya da yön değiştirme fırsatı, muhalefet söylemlerinin merkezinde yer alıyor. Buna karşın, iktidar cephesi seçimlerin “zamanında yapılacağı” görüşünü savunarak mevcut yönetim çizgisini sürdürme yönünde kararlılığını koruyor.

 

Ancak dikkat çekici olan nokta şu: Seçim talepleri, sadece bir iktidar değişikliği arzusunu değil; sistemin yeniden işler hâle gelmesi yönündeki umudu da içinde barındırıyor. Geniş bir kesim, seçim sonrası yalnızca siyasi aktörlerin değil; ekonomi politikalarının, yargı sisteminin ve kamu yönetiminin de normale döneceğine inanıyor. Bu inanç, sarsılan toplumsal sözleşmenin yeniden tesis edilmesi yönündeki güçlü bir beklentiyi yansıtıyor.

 

Ülkenin bir çıkmaz sokakta ilerlediğine dair değerlendirmeler artık yalnızca eleştiriden ibaret değil. Giderek artan sayıda genç, umudunu başka ülkelerde ararken; yerli ve yabancı yatırımcılar öngörülemezlik nedeniyle risk almaktan kaçınıyor. Böyle bir ortamda seçim; sadece iktidarın değişebileceği bir mekanizma değil, aynı zamanda ekonomik güvenin yeniden inşası, hukuk devleti ilkelerine dönüş ve toplumsal barışın sağlanması için de kritik bir dönemeç olabilir.

 

Ancak seçimlerin gerçek bir çözüm sunabilmesi için, sadece sandıkların kurulması yetmez. Seçim sürecinin adil, şeffaf ve güvenilir biçimde yürütülmesi; halkın iradesinin eksiksiz şekilde yansıtılabildiği bir atmosferin sağlanması şarttır. Aksi halde, seçim sonuçları ne olursa olsun, mevcut güven bunalımı daha da derinleşebilir.

 

Öte yandan, kimlerin vatandaş yapıldığı, vatandaşlık sürecinin hangi kriterlere göre işletildiği gibi soruların kamuoyunda bir muamma olarak kalması; seçim güvenliğine dair endişeleri artıran başka bir faktör olarak öne çıkmaktadır.

 

Sonuç olarak, Türkiye’nin içinde bulunduğu çok katmanlı krizden çıkışında seçim önemli bir fırsat olabilir. Ancak bu fırsatın gerçek bir dönüşüme yol açması; seçim sonrasındaki yol haritasına, hukuk devleti ilkelerine bağlı kalınmasına ve kapsayıcı bir toplumsal uzlaşmanın inşa edilmesine bağlıdır. Sandık, yalnızca oy vermek için değil, halkın geleceğine yön vermesi için bir imkân olarak görülmelidir.