Her ülkede ekonomik istikrar, siyasetten, siyasi kararlardan etkilenir. Ama bizim gibi kırılgan ülkelerde, hem iç hem de dış politikanın ekonomiye etkisi daha belirgindir. Dahası bizde geçmişte ve bugün siyasi iktidarlar, seçim ekonomisini, siyasi popülizmi her zaman önde tuttuğu için, ekonomi üzerindeki bozucu etkileri daha fazla oldu.
Hükümetler siyasi kararlarında ekonomiyi gözetmedikleri için son 35 yılda toplum olarak ağır maliyetler yaşadık. Rahmetli Demirel’in “kim ne veriyorsa ben beş fazlasını veririm” şeklindeki yaklaşımı, Tansu Çiller’in iki anahtarı, Erdoğan’ın “faiz nas’’ olayı, siyasi popülizmin en ağır örnekleridir.
1991 genel seçimleri öncesinde Tansu Çiller “iki anahtar” (her aileye bir ev, bir araba) şeklinde popülist vaatte bulundu. Seçim sonrasında bütçe açıkları ve faizler arttı. 1994 krizi patladı.
1996-97’de Refah-Yol hükûmeti sırasında Başbakan Necmettin Erbakan’ın memur maaşlarına kısa sürede toplam yüzde 100’ün üzerinde zam yaptı, enflasyon yüzde 85’e yükseldi.
19 Şubat 2001 milli güvenlik kurulunda, cumhurbaşkanının anayasaya karşı gösterdiği hassasiyete, Ecevit’in sert tepkisi ve çıkıp basına açıklaması 2001 krizine neden oldu.
Dış politikada 3 Ekim 2005 tarihinde AB’ye tam üyelik müzakerelerinin başlaması, Türkiye için çıpa oldu. Yabancı yatırım sermayesi girişi arttı. TL değer kazandı. 2006-2008 arasında ihracat arttı.
2017 yılında Türkiye'deki anayasa referandumu sürecinde, Almanya, Hollanda ve Avusturya bazı Avrupa ülkeleri, kendi mevzuatlarına uygun olarak Türk siyasetçilerinin kendi ülkelerinde propaganda yapmalarına izin vermedi. Türkiye sert tepki gösterdi ve AB ile ilişkiler bozuldu. Doğrudan Yabancı yatırım sermayesi girişi azaldı.
2014-2018 arası dönemde Rus savaş uçağının düşürülmesi, OHAL politikaları, referandum ve seçim nedeni ile aşırı kredi genişlemesi, rahip Brunson krizi, popülist faiz kararları, yabancı sermaye çıkışına ve 2018 kur şokuna neden oldu.
Hükümet kararlarının en ağırı yine 2021 yılı sonunda, siyasi popülizm aracı olarak kullanılan faiz nas kararından dolayı ortaya çıktı. Türkiye TL krizi yaşadı ve bu kriz bugünkü ekonomik krize dönüştü.
18 Mart Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması, yabancı sermaye çıkışına neden oldu, döviz talebini artırdı, MB kura müdahale için faizleri artırdı ve rezervlerini eritti. Enflasyonda gerileme durdu ve enflasyon beklentisi yükseldi.
Aslında hükümetlerin siyasi popülizm kararlarının ekonomi üzerindeki tahribatı için dünyada ve özellikle Güney Amerika’da ağır örnekleri var.
Peru’da 1980 yılında başlayan popülist politikalar, iki yıl sonra hiper enflasyon yarattı.
Venezuela’da Halk 1998 yılında Hugo Chavez’i başkan seçti. Chavez halka iş değil, para dağıttı. Halk onu dağıttığı sürece seviyordu ve oy veriyordu. Chavez bu yolla, fon kurarak Petrol gelirlerini parlamento denetimi ve bütçe dışına taşıdı. Yargı bağımsızlığını kaldırdı. Muhalefeti ve basını susturdu. Toplumda kamplaşma yarattı.
Chavez kendi propagandasını yaparken “Mücadele Chavez yanlıları ile karşıtları arasında değildir. Vatanseverlerle, vatan düşmanları arasındadır” diyordu.
Yerine vekil bıraktığı kamyon şoförü Maduro şaibeli bir seçimle geldi. Yandaş Medya oluşturdu. Popülizmi tırmandırdı. 20 milyon kişiye 120 ton gıda kolisi dağıttı.
Venezuela halkı kısa dönemli çıkar ve popülizm uğruna kendi geleceğini mahvetti. Bugün Venezuela dünyanın gelmiş geçmiş en ağır ekonomik ve sosyal buhranını yaşıyor.
İktisadi ajanlar uzun dönemli çıkarlarına miyoptur. Menfaatlerine kısa dönemli bakarlar. Popülist politikaların ekonomik istikrarı bozacağını ve bunun yarın kendisine bugün getirdiği çıkardan daha ağır bir maliyet getireceğini hesap edemezler.
Siyasi iktidarların görevi ise; halkın yalnızca bu günkü değil, yarınki refahını da gözetmektir. Aksi takdirde popülizm ve istikrar sorunu, eninde sonunda dönüp hükümetleri vuruyor.
Türkiye’nin yapması gereken;