Osman DOST


Soykırıma Uğrayan Bir Halkın, Başkasına Zulmetmesi Affedilemez

Soykırıma Uğrayan Bir Halkın, Başkasına Zulmetmesi Affedilemez


 

Tarihin en karanlık sayfalarından biri, kuşkusuz Nazi Almanyası’nda Yahudilere uygulanan sistematik soykırımdır. 1940’lı yıllarda milyonlarca Yahudi, yalnızca inançları ve kimlikleri nedeniyle yok edilmek istendi. Bu büyük trajedi, tüm insanlık vicdanını harekete geçirmiş, II. Dünya Savaşı’nın sonunda Yahudi halkına bir yurt sağlamak amacıyla uluslararası girişimlerle bugünkü İsrail Devleti kurulmuştur.

 

Kuruluşunun ardından İsrail, komşuları tarafından tanınmış ve özellikle Türkiye gibi ülkelerle olumlu ilişkiler kurmuştur. Bilim ve teknolojideki ilerlemeleriyle kısa sürede dikkat çeken İsrail, küresel pazarlarda önemli bir aktör haline gelmiş, ürettiği sanayi ürünlerini dünyanın dört bir yanına ihraç etmeye başlamıştır.

 

Ancak zamanla İsrail’in izlediği politikalar değişmiş, bazı bölgelerde toprak genişletme hedefi ön plana çıkmıştır. Kimi zaman diplomasiyle, kimi zaman ise çatışmalarla genişleyen bu politikalar, özellikle Filistin topraklarında ağır insani sonuçlar doğurmuştur. Bugün gelinen noktada, İsrail’in uyguladığı şiddet politikaları artık bir savunma değil, işgal ve sürgün aracı haline gelmiştir.

 

Filistin halkı, yıllardır temel insani haklardan yoksun bir yaşam sürüyor. Evlerinden edilen aileler, yıkılan hastaneler, vurulan çocuklar, yok edilen şehirler... İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’da yürüttüğü askeri operasyonlar sonucu on binlerce sivil hayatını kaybetti. Bu yıkım, artık yalnızca bir güvenlik meselesi olarak tanımlanamaz. Uluslararası hukuka, insan haklarına ve temel ahlaki değerlere açıkça aykırı bir durumla karşı karşıyayız.

 

Daha da trajik olan ise, bu mezalimin, zamanında en büyük zulmü yaşamış bir halk tarafından yapılmasıdır. Yahudi halkının yaşadığı Holokost, asla unutulmaması gereken bir insanlık suçudur. Ancak bu travmanın, başka bir halkı yok saymanın gerekçesi haline gelmesi kabul edilemez. Soykırıma uğramış bir halkın, başka bir halka aynı acıları yaşatması, tarihsel bir ironiden öte, insanlık onuruna açık bir saldırıdır.

 

İsrail’in bugün arkasında ABD gibi güçlü müttefikler, bazı Arap yönetimlerinden dolaylı destekler bulması, işgalin meşru olduğu anlamına gelmez. Hele ki, Esad rejiminin zayıflamasıyla Suriye içinde askeri üsler kurarak etkisini artıran İsrail, artık yalnızca bir bölgesel güç değil, çevresine tehdit oluşturan bir aktör haline gelmiştir.

 

Bu noktada uluslararası toplum sessiz kalmamalıdır. İsrail’e açık bir uyarı yapılmalı, “Yıkılan Filistin şehirlerini, evlerini ve altyapılarını yeniden inşa etmeli, insanları kendi topraklarına geri döndürmelisin. Aksi takdirde yaptırımlar ve diplomatik izolasyonla karşı karşıya kalacaksın” mesajı açıkça verilmelidir.

 

Bu çağrının hedefi, İsrail halkı değil, bu politikaları uygulayan yönetim kadroları olmalıdır. Suçlu ile masumu ayırmak, adaletin temelidir. Savaşın, yıkımın ve sürgünün içinde doğan bir nesil, kendi topraklarında onurlu bir yaşamı hak ediyor.

 

Orta Doğu’nun bu kanayan yarası, ancak adalet temelinde atılacak adımlarla iyileştirilebilir. Aksi halde bölgede barış hayal olmaya devam edecek. Tarih, bugün sessiz kalanları da, zulmü destekleyenleri de affetmeyecek.