Armağan KULOĞLU


TEHLİKENİN BÜYÜĞÜ: SİYASİ BÖLÜCÜLÜK

TEHLİKENİN BÜYÜĞÜ: SİYASİ BÖLÜCÜLÜK


TBMM’de “Terörsüz Türkiye” için terörist başına yapılan çağrıyı müteakip, bu konu çok konuşulmuş ve yorumlar yapılmıştır. “Terörsüz Türkiye” ifadesi oldukça cazip ve arzu edilen bir durum olup, bunun gerçekleşmesi için terörist başına bir çağrı yaptırılarak PKK’nın silahlarını bırakması ve kendisini feshetmesi istenmiş ve bu çağrı da gerçekleşmiştir.

Her ne kadar bunun için hiçbir pazarlık yapılmadığı ve karşılıksız olacağı ifade edilmişse de yapılan çağrının içeriğinden ve çağrı sonrası İmralı heyetinden yapılan açıklamadaki kilit kelimelerden, bundan sonraki aşamada yönetimden bazı beklentilerin olduğu görülmüştür. Ayrıca bu çağrının durup dururken ortaya çıkmadığı, bu sürece hazırlık için terörist başıyla, ilgili birimler vasıtasıyla bir yıla yakın bir süredir görüşüldüğü de açıklanmıştır. Terörist başının çağrısı öncesi aracı heyetin, Irak’ın kuzeyindeki yapının liderleri ve terör örgütünün Suriye’deki kolunun başındakilerle mutabakat sağlama görüşmeleri yaptıkları da bilinmektedir.

“Terörsüz Türkiye, barış ve demokrasi” olarak tanıtılan bu durumun kamuoyunda yarattığı şüpheleri ortadan kaldırmak için medya, ilgili sivil toplum örgütleri, ilgili siyasi çevre ve kişiler tarafından çok yoğun bir propaganda faaliyeti yürütülmekte, konunun sadece barışı sağlamak, terörü sonlandırmak olduğu, başka bir amacının bulunmadığı yönünde açıklamalar yapılarak, aksi bir söylem olmaması için çaba sarf edilmektedir.

Silah bırakma ve fesih çağrısı yapıldı

Terörist başının yaptığı çağrıyı, iktidardan muhalefete, Barzani’den Talabani’ye, PYD’den YPG’ye, ABD’den Avrupa’ya kadar uzanan bir yelpazede birçok kesimin memnuniyetle karşıladığı izlenmiştir. Ancak çağrının KCK’ya değil, PKK’ya yapıldığı, türevlerini bağlamadığı görülmektedir. Ayrıca KCK’ya karar verme çağrısı yapılarak meşruiyetinin de tescil ettirilmeye çalışıldığına, ülke ve kuruluşların da kendi çıkarlarını gözettiğine dikkat edilmelidir.

Silahlı bir terör örgütü olan PKK, önce Türkiye’yi bölerek bir Kürt Devleti kurmak, olmayınca özerklik talep etmek, bunu da başaramayınca dörtlü federasyonun bir parçası olmak, bu da gerçekleşmeyince farkındalık yaratıp, ülke içinde ayrıcalıklı yapıya sahip bir kesim oluşturmak, üniter, laik, demokratik ve ulus devlet yapısını ortadan kaldırmak için mücadele etmiş, ancak ABD’den, Avrupa’dan, İsrail’den ve çevreden destek almasına rağmen Türk Güvenlik Güçleriyle/Türk Milletiyle başa çıkamayarak mücadeleyi kaybetmiştir.

40 yılı aşkın bir süredir devam eden bu mücadelede Türkiye; şehitler vermiş, geride gaziler, gözü yaşlı aileler bırakmış, maddi ve manevi kaynaklarını vatanını ve milletini böldürmemek, laik, demokratik, üniter ve ulus devlet yapısını muhafaza etmek için harcamıştır.

Şimdi PKK’nın silahlarını bırakması ve kendisini feshetmesi beklenmektedir. Göz önünde bulundurulması gereken husus, Türkiye sınırları içinde örgütünün bir etkinliğinin kalmadığı, sınır ötesindekilerin de pençe-kilit operasyonları ve oluşturulan bir tampon kesimle sınırdan uzakta kontrol altında olduğudur. Terörist başı çağrı yaparken, PKK’nın artık kendisini tekrar ederek varlığını sürdürmeye çalıştığını ve misyonunu tamamladığını da ifade etmiştir.

Bu durumda PKK’nın silah bırakması ve kendisini feshetmesi büyük bir kazanç olmamakla birlikte yine de önemli bir gelişme olarak görülebilir. Ancak bunun karşılığındaki beklentilerin, ülkeyi terörden daha fazla bir tehlikeyle karşı karşıya bırakabileceği de hesaba katılmalıdır. Bunun ip uçları çağrının içinde bulunan “Kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip, demokratik anlamda örgütlenmeleri, her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları ancak demokratik toplum ve siyasal alanın mevcudiyetiyle mümkündür” ifadesi ve heyetin, yine terörist başının söylediği, “silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir.” açıklamasıyla belirgin hale gelmiştir.

Bu ifadeler konunun terörle çözümü safhasının tamamlandığını, bundan sonra siyaset yoluyla devam edeceğini göstermektedir.

Siyaset yoluyla bölünme

Bir ülkenin toprak ve/veya millet olarak bölünmesi, terör yoluyla, siyaset yoluyla veya her ikisiyle birlikte mümkün olabilir. PKK terör örgütünün terörle bölme misyonunu, bu sahada mücadeleyi kaybetmesi sonucu ve çağrıya da uyarak tamamladığı ve görevini siyaset alanına taşımaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Ancak terör yoluyla bölücülüğe çatışarak/mücadele ederek engel olunabilir. Nitekim örgüt, her türlü desteğe rağmen 40 yılın sonunda pes etmiştir. Fakat siyaset yoluyla yapılan bölücülük daha tehlikeli olup, konuya iç muhatapların ve yabancı güçlerin de demokrasiyi araç olarak kullanarak dahil olması beklenmelidir.

Teröristler, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini, ilkelerini, ulus-devlet ve üniter yapısını, terörün gerekçesi olarak gösterip, şimdi de bunu yıkma görevini siyaset alanına taşımak istemektedirler. Hedefin ulus devlet, üniter devlet, laik devlet ve ülkenin ve milletin varlığı ve bütünlüğü olduğu dikkate alınmalı gerek iç gerekse dış siyasette buna imkân tanınmamalıdır. Ne anayasa ne de kanun değişiklikleriyle bu yola başvurulmasının önü açılmamalıdır. Milliyetçilik, ülkenin varlığını, bütünlüğünü, güvenliğini, refahını, huzurunu ve çıkarlarını, şahsi ve zümre menfaatlerinin üzerinde tutmak, onları korumak ve gözetmek demektir. İktidarıyla muhalefetiyle tüm ülke olarak ülkemizin değerlerine sahip çıkılmalıdır.

Tek devlet, tek vatan, tek millet, tek bayrak düsturumuzdur. Anayasanın 3. Maddesinde de “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı İstiklal Marşı’dır. Başkenti Ankara’dır” yazmaktadır. Bu da Türkiye Devleti tek devlet, ülkesiyle bölünmez tek vatan, milletiyle bölünmez tek millet, bayrağın tarifiyle de tek bayrak demektir.

T.C vatandaşlarının tümü, etnik köken, ırk, renk, din, mezhep hiçbir ayırım gözetilmeksizin kanunlar, imkanlar ve fırsatlar önünde eşittir. Aksini söyleyenler başka amaçlar peşindedirler.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti, her bir vatandaşına da Türk denmiştir. Bu bir etnik tanım değil ülke aidiyet tanımıdır. (Fransız, Alman, İspanyol, İtalyan gibi)

Anayasa’nın ilk dört maddesinin değiştirilmesi mümkün değildir. Ancak bunu açığa düşürmek için özellikle 42 ve 66’ncı maddeler ile başlangıç bölümünün değiştirilmesi ve ilgili diğer maddelerin etrafından dolaşılmasına tevessül edilmesi de ülke çıkarlarıyla bağdaşmaz.

Barışın tesisi

Türkiye’de etnik kökeni farklı olan vatandaşların birbiriyle kavgası veya savaşı yoktur. Bölücüler, vatandaşlar arasında böyle bir durum yaratmak için uğraşmışlarsa da başarı sağlayamamışlardır. Etnik farklılıktan kaynaklandığı söylenen ancak olmayan bir kavgayı veya savaşı varmış gibi gösterip, buna son vermek, barış tesis etmek için girişimlerde bulunuyormuş gibi hareket ederek çıkar sağlamaya çalışmanın bir anlamı yoktur. Bunun böyle olduğunu da ülkenin tüm fertleri görmekte ve bilmektedir.

Diğer taraftan devlet güçlerinin, terörün amacına ulaşmaması için yaptığı mücadele de bir savaş değil, adı üstünde “mücadeledir”. Barış devletler arasında olur. Terörist, hukuken cezası neyse onu çeker, onunla barışılmaz. Yapılacak barış olmayınca barış da söz konusu değildir.

SDG/PYD/YPG Suriye’de durumunu koruyor

Beklenti, örgütün silahlarını bırakması ve kendisini feshetmesidir. Suriye yönetiminin beklentisi de ülkedeki tüm silahlı gruplar gibi YPG’nin de kendisini feshetmesi, ordunun içine katılmasıdır. Hal böyleyken, Suriye yönetimiyle SDG arasında, SDG’nin Suriye yeni yönetimi ve ordusuna entegrasyonuna ilişkin bir toplantı yapıldığı ve bu konuda kararlar alındığı ve mutabakat sağlandığı açıklanmıştır.

YPG’nin bütünlüğünü muhafaza ederek bulunduğu bölgede kalacağı, kâğıt üzerinde bir bütün olarak Suriye Devlet Ordusu içinde gösterileceği, PYD’nin de siyasi yapısını muhafaza edeceği anlaşılmaktadır. Bu mutabakattan ve Şara’yı tebrik edip bölgelerine resmi ziyaret için davet etmelerinden, adı telaffuz edilmeyen bir özerk yönetimin varlığının tescil edildiği, Suriye yeni yönetiminin de ABD’nin baskısıyla bu durumu kabul ettiği sunucu çıkmaktadır. SDG’nin Merkezi yönetimle petrol anlaşması yapması da fiili özerkliği teyit etmektedir. Nitekim PYD başı da terörist başının çağrısının PKK’ya olduğunu söyleyerek üstüne alınmamıştır. KCK’nın diğer parçalarından da ses gelmemiştir.

Bu durumda Suriye tarafındaki terörist yapı şimdilik belirsizliğini korumakla birlikte, İsrail’in de telkiniyle ABD’nin, bu yapının muhafazası ve Türkiye tarafından kabulü için girişimlerde bulunabileceği, bu tehdide karşı alternatif politikalara ihtiyaç olduğu değerlendirilmektedir.