Osman DOST


Torunlarımıza Nasıl Bir Türkiye Bırakacağız?

Torunlarımıza Nasıl Bir Türkiye Bırakacağız?


Bir Cumhuriyet Muhasebesi

 

Çöken bir imparatorluğun küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti, büyük bir idealle ve kararlılıkla kuruldu. Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları, tarih boyunca eşi benzeri görülmemiş bir kurtuluş mücadelesi vererek bağımsızlığı kazanmakla kalmadı; aynı zamanda çağdaş, laik ve demokratik bir devletin temellerini attılar.

 

Cumhuriyetin kuruluş felsefesi; hukukun üstünlüğü, halk egemenliği, eşit yurttaşlık ve liyakat esasına dayalı bir yönetim anlayışını içeriyordu. Bu ilkeler doğrultusunda, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözü sadece bir söylem değil, anayasal bir ilke ve toplumsal bir sözleşme halini aldı. Kanun önünde herkes eşittir, iktidarın meşruiyet kaynağı halktır, seçme ve seçilme hakkı ise milletindir. Yönetimde hiçbir sınıf, zümre ya da kişi imtiyazlı değildir.

 

29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle birlikte, yeni bir dönem başladı. Hükümet krizinin ardından Mustafa Kemal Paşa’nın oy birliğiyle Cumhurbaşkanı seçilmesi, İsmet Paşa’ya başbakanlık görevinin verilmesiyle Cumhuriyet’in ilk kabinesi kuruldu. Bu yapı zamanla kökleşti, anayasal temeller güçlendi ve Türkiye, çok partili hayata geçerek demokratik parlamenter sistemle yönetilen ülkeler arasında yerini aldı.

 

Ancak bugün geldiğimiz noktada, Cumhuriyetimizin temel değerleri tartışmaya açılmış durumda. Özellikle Anayasa'nın ilk dört maddesi üzerinden yürütülen tartışmalar, toplumda ciddi bir kaygı yaratmaktadır. Bu maddeler, Türkiye Cumhuriyeti'nin laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olduğunu ve egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu teminat altına alır. Bu ilkeler, sadece birer hukuk normu değil, aynı zamanda ulusal bir duruşun, tarihi bir iradenin ve halkın ortak vicdanının ifadesidir.

 

Yakın coğrafyamızda yaşanan gelişmelere bakıldığında ise, dış müdahalelerle rejim değişikliklerine gidilen Irak ve Suriye gibi ülkelerin parçalanma süreci, bizlere önemli dersler sunuyor. Bu ülkelerin yaşadığı yıkımlar, Türkiye gibi tarihi ve jeopolitik önemi büyük bir ülkenin dikkatle ve kararlılıkla kendi değerlerine sahip çıkması gerektiğini açıkça ortaya koyuyor.

 

İşte tam da bu noktada sormamız gereken hayati soru şudur: Torunlarımıza nasıl bir Türkiye bırakacağız?

 

Sadece ekonomik büyüklükler, altyapı projeleri ya da teknolojik gelişmelerle değil; özgürlüklerin güvencede olduğu, hukukun üstün olduğu, laikliğin korunduğu, demokrasinin işlediği bir Türkiye bırakmak zorundayız. Bu sorumluluk hepimizin omuzlarındadır. Zira Cumhuriyet, yalnızca bir yönetim biçimi değil; aynı zamanda bir duruş, bir bilinç ve bir yaşam biçimidir.

 

Bugün, Atatürk’ün “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” sözünü yeniden hatırlamanın ve bu mirasa sıkı sıkıya sahip çıkmanın zamanıdır.

 

Torunlarımızın, başı dik, özgür ve adil bir ülkede yaşamasını istiyorsak; geçmişten aldığımız ilhamla, bugünü doğru değerlendirerek ve geleceğe sağlam temellerle ilerleyerek Türkiye Cumhuriyeti’ni ilelebet yaşatmalıyız.