Osman DOST


Türkiye’de Ekonomik Gidişat ve Toplumsal Yansımaları

Türkiye’de Ekonomik Gidişat ve Toplumsal Yansımaları


 

Türkiye’de son yıllarda yaşanan ekonomik gidişat, birçok alanda derin sarsıntılara yol açmış durumda. Ekonomik sistem adeta A’dan Z’ye kadar bozulmuş, dengeler altüst olmuştur. Üretime dayalı sektörlerin zayıflaması, özellikle tarım ve hayvancılığın çöküş noktasına gelmesi, ülke ekonomisi açısından büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Bir zamanlar ülkenin bel kemiğini oluşturan bu iki temel sektör, yanlış politikalar, yüksek maliyetler, yetersiz destekler ve dışa bağımlı uygulamalar nedeniyle büyük bir darbe almıştır.

 

Durumu daha da karmaşık hale getiren bir başka unsur ise, piyasayı dengeleme amacıyla zaman zaman sıfır gümrükle yapılan tarım ürünü ve canlı hayvan ithalatıdır. Kısa vadede fiyat istikrarı sağlamak amacıyla yapılan bu ithalat, uzun vadede yerli üreticiye ağır darbe vurmaktadır. Üretici, aylarca emek verip ürettiği ürünleri elinde kalınca motivasyonunu kaybetmekte, üretimden çekilmek zorunda kalmaktadır. Bu durum, kırsal kalkınmayı zayıflatmakta ve ülkeyi gıda güvenliği açısından dışa daha bağımlı hale getirmektedir.

 

Sadece tarım ve hayvancılık değil, sanayi ve hizmet sektöründe de benzer sıkıntılar yaşanmaktadır. Tekstil sektöründe, küçük ve orta ölçekli işletmeler, artan girdi maliyetleri, yüksek enflasyon, ağır vergi yükleri ve kur baskısı nedeniyle ayakta kalmakta zorlanmaktadır. Birçok işletme yabancılara satılmış, bazıları ise kapılarına kilit vurmak zorunda kalmıştır. Üretimin azalması, işsizliğin artmasına; işsizliğin artması da gelir dağılımındaki adaletsizliğin büyümesine neden olmaktadır.

 

Öte yandan kamu kaynaklarının etkin kullanılmaması, savurganlık kültürünün giderek yaygınlaşmasına zemin hazırlamaktadır. Devlet kurumlarındaki gereksiz harcamalar her geçen gün artarken, toplumun üst gelir grubuna mensup kesimlerde de benzer bir israf anlayışı gözlenmektedir. Bu durum, ekonomik krizin etkilerini daha da derinleştirmektedir.

 

Toplumun önemli bir kesimini oluşturan gençler ise bu tablo karşısında umutsuzluk yaşamaktadır. Üniversite eğitimini tamamlayan gençlerin büyük bir kısmı, kendi alanlarında iş bulamamakta; bulsalar bile asgari ücretin dahi altında ya da çok düşük ücretlerle çalışmaya zorlanmaktadır. Pek çok genç, mesleğine uygun bir iş bulamadığı için temizlik işleri veya zincir marketlerde çalışmak zorunda kalmaktadır. Emek, bilgi ve yetenek karşılığında hak edilen değerin verilmemesi, genç nüfusta ciddi bir moral bozukluğuna yol açmaktadır.

 

Diğer yandan, kırsal bölgelerde ve bazı sektörlerde ortaya çıkan kısa vadeli kazanç fırsatları, toplumsal dayanışmayı da zedelemektedir. Gündelik işlerde çalışan bazı kişiler, özellikle iş gücüne ihtiyaç duyulan dönemlerde fahiş fiyatlar talep etmektedir. Örneğin, asgari ücretle çalışan biri günlük 750 TL kazanırken, fırsatçılık yapan bazı kişiler 3.000 TL ile 6.000–7.000 TL arasında ücret istemektedir. Bu durum karşısında işverenler tepkili, toplumda ise huzursuzluk artmaktadır. Bu kişilere neden böyle davrandıkları sorulduğunda, çoğu “Her gün böyle fırsat elime geçmez. Dört-beş gün çalışıp bir-iki ay idare edecek paramı kazanayım” cevabını vermektedir. Kısa vadeli kazanç uğruna sürdürülebilir üretim ilişkileri zarar görmekte, karşılıklı güven erozyona uğramaktadır.

 

Ekonomik sıkıntılar, ne yazık ki toplumsal değerlerde de bir bozulmayı beraberinde getirmiştir. Eskiden komşuluk, dayanışma ve yardımlaşma duygusuyla ayakta duran toplumsal bağlar, yerini bireysel çıkarcılığa bırakmaktadır. Kırk yıl sırtında taşıdığın bir insan, fırsat eline geçtiğinde gözünün yaşına bakmadan kendi çıkarını önceleyebilmektedir. Ahlaki değerlerin zayıflaması, ekonomik kriz kadar tehlikeli bir başka krizin de habercisidir.

 

Sonuç olarak, Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu ekonomik tablo sadece rakamlardan ibaret değildir. Bu tablo, üretimden tüketime, devlet politikalarından toplumsal değerlere kadar uzanan geniş bir alanı kapsamaktadır. Sorunların çözümü için sadece ekonomik önlemler değil, üretimi yeniden canlandıracak, israfı önleyecek, adaleti güçlendirecek ve toplumsal dayanışmayı pekiştirecek bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç vardır. Bu yapılmadığı sürece, bu gidişatla ülke olarak “kurtulmak” gerçekten zor görünüyor.