NATO'nun işlevini tamamlayıp tamamlamadığı sorusu, dünya politikası ve uluslararası ilişkiler açısından önemli bir tartışma konusudur. Özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) ve Varşova Paktı, dünyayı iki kutuplu bir yapıya dönüştürmüş ve uluslararası ilişkilerdeki dengeyi büyük ölçüde belirlemiştir. NATO'nun liderliğini ABD üstlenirken, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) de Varşova Paktı'nın başını çekiyordu. Bu iki askeri ittifakın dışında, Çin, Mısır ve Hindistan gibi ülkelerin oluşturduğu tarafsızlar bloğu da bulunuyordu. Ancak, zamanla bu bloklar arasındaki denge değişti ve global dinamikler yeni bir şekil aldı.
Savaş sonrası dönemde, NATO ve Varşova Paktı'nın etkisi altında şekillenen dünya düzeni, özellikle askeri ve ticari alanlarda ciddi bir rekabeti beraberinde getirdi. Her iki pakt, üye ülkelerine kendi askeri ürünlerini ve sanayi ürünlerini satmakla yetinmeyip, bu satışlar üzerinden büyük bir ekonomik ve politik etki yaratıyordu. Örneğin, ABD'nin NATO müttefiklerine, savaş malzemeleri ve lojistik ürünlerini "aynı standartta" olacağı vaadiyle satması, büyük bir ekonomik kazanç sağladı. Aynı şekilde, Sovyetler Birliği de kendi müttefiklerine benzer şekilde askeri malzeme ve sanayi ürünleri tedarik ediyordu. Bu durum, küresel ekonomik ve askeri dengeyi etkileyen önemli bir faktördü.
Türkiye'nin bu dönemdeki rolü de oldukça belirleyiciydi. 1940'larda savaş uçağı üretip ihraç etmeyi başaran Türkiye, NATO müttefikleri ile yapılan anlaşmalar sonucu kendi savunma sanayisini geri planda bırakmak zorunda kaldı. ABD, Türkiye'ye savaş malzemesi ve askeri ürünler satmaya başladığında, Türk sanayisi ve üretim tesisleri kapatıldı. ABD'nin askeri yardımları, bazen stratejik çıkarlar doğrultusunda verilse de, Türkiye'nin çıkarları her zaman göz önünde bulundurulmadı. Türkiye'nin ödeme yaptığı savaş uçakları, zaman zaman ABD tarafından verilmedi ve buna karşılık ambargolar uygulandı. Bu durum, Türkiye'nin savunma sanayisi açısından büyük bir darbe oldu.
Donald Trump'ın ABD Başkanlığı'na yeniden seçilmesi ve bazı ülkeler üzerinde baskı kurma talepleri, NATO'nun işlevine dair şüpheleri yeniden gündeme getirdi. Trump’ın politikaları, NATO'nun geleceğini sorgulatırken, aynı zamanda küresel düzeyde yeni ittifaklar ve bloklar kurulabileceği endişesini doğurdu. Eğer Trump’ın politikaları devam ederse, ABD'nin dış politikası büyük olasılıkla daha izole edici bir yaklaşım benimseyecek ve bu durum, Arap ülkeleri ile İsrail gibi müttefikleriyle yeni bir blok oluşturma olasılığını gündeme getirebilir. Böyle bir durum, NATO'nun ve mevcut küresel dengeyi etkileyebilir.
Yeni bir ittifakın kurulması durumunda, Türkiye'nin stratejik konumu büyük önem taşıyacaktır. Türkiye, hem Batı ile hem de Orta Doğu'daki ülkelerle olan ilişkileriyle, yeni küresel düzende önemli bir oyuncu olabilir. Ancak bu noktada Türkiye'nin iç siyasi yapısının da büyük rol oynayacağı unutulmamalıdır. Eğer böyle bir yeni oluşum kaçınılmaz hale gelirse, Türkiye’nin demokratik sistemini güçlendirmesi, parlamenter sisteme dönmesi ve eksiksiz bir demokrasi inşa etmesi gerekecektir. Aksi takdirde, Türkiye, yalnız başına kaldığında küresel düzeydeki etkisini kaybedebilir ve dış politikada zorluklarla karşılaşabilir. Hem iç hem de dış siyasette dengeli bir tutum sergilemek, Türkiye’nin uluslararası alandaki gücünü pekiştirecek ve gelecekteki olası krizlerin etkisini azaltacaktır.
Sonuç olarak, NATO'nun işlevini tamamlayıp tamamlamadığı sorusu, sadece askeri bir ittifakın geleceğiyle ilgili değil, aynı zamanda küresel siyasi ve ekonomik dengelerin nasıl şekilleneceğiyle de yakından ilişkilidir. Eğer dünya, daha farklı bloklar ve ittifaklar üzerine odaklanırsa, Türkiye’nin bu yeni düzeni doğru bir şekilde analiz etmesi ve stratejik kararlarını buna göre şekillendirmesi büyük önem taşıyacaktır.