Bir zamanlar Nazi Almanyası’nda soykırıma uğrayan, fırınlarda yakılan ve insanlık tarihine kara bir leke olarak geçen zulmün kurbanı olan Yahudi halkı, bugün ne acıdır ki benzer bir trajediyi Filistin halkına yaşatıyor. İsrail, yıllardır sürdürdüğü ablukalar, hava saldırıları ve işgallerle Filistin topraklarında sistematik bir yıkım gerçekleştiriyor. Özellikle Binyamin Netanyahu hükümeti döneminde bu zulüm daha da kurumsallaştı.
Bugün itibarıyla büyük çoğunluğu kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan yaklaşık 65 bin Filistinli hayatını kaybetti, milyonlarcası ise göçe zorlandı. Evlerini, topraklarını terk etmeleri istenen bu halk, dünyanın gözü önünde yok sayılıyor. Üstelik bu durum, sadece İsrail'in iç dinamikleriyle değil; ABD’nin sınırsız desteği ve bazı Arap ülkelerinin sessizliğiyle mümkün oluyor.
Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin devrilmesinden, Suriye’nin parçalanmasından sonra bölgede etkisini artıran İsrail; adeta Ortadoğu’nun kabadayısı hâline geldi. ABD’nin gölgesinde, uluslararası hukuku hiçe sayan politikalarla hem sınırlarını genişletmeye hem de kendi güvenlik bahanesiyle Filistinlileri tarih sahnesinden silmeye çalışıyor.
ABD Başkanı Donald Trump tarafından sunulan sözde “barış planı”, Filistinliler için tam bir hayal kırıklığıydı. Plan, İsrail’e zaman kazandıran; ancak Filistin halkının bağımsızlığına dair somut hiçbir tarih ya da garanti sunmayan, yakılıp yıkılan yapıların nasıl telafi edileceğine dair ise tek bir kelime içermeyen bir girişim olarak tarihe geçti.
Bu nedenle, dünya kamuoyunda şekillenen ortak görüş, İsrail ve ABD halklarını değil, bu zulmü sistemli hâle getiren yönetimlerini hedef alıyor. Giderek artan bir sesle, bu ülkelere yönelik siyasi ve ekonomik yaptırımların gündeme gelmesi gerektiği dile getiriliyor. "İsrail, ABD ve bazı Arap ülkelerinden destek almasaydı bu kadar pervasız olamazdı" görüşü her geçen gün daha da güçleniyor.
Küresel Vicdan: Sumud Filosu ve Yeni Direniş
Bu adaletsizliğe sessiz kalmayan dünya halkları, bir kez daha harekete geçti. Tam 44 gemi ve tekneyle Filistin'e doğru yola çıkan Küresel Sumud Filosu, Gazze’ye insani yardım ulaştırmak amacıyla Akdeniz’e açıldı. Ancak bu sivil direniş, yine İsrail’in askeri gücüyle karşı karşıya kaldı.
Uluslararası sularda yapılan müdahale, bir kez daha İsrail’in hukuk tanımaz yüzünü gözler önüne serdi. İsrail ordusu, onlarca gemiyi yasa dışı şekilde ele geçirdi ve yüzlerce yolcuyu alıkoydu. İçlerinden birine giren aşırı sağcı İsrailli Bakan Itamar Ben-Gvir, gemilerin yardım taşımadığını ileri sürerek saldırıyı meşrulaştırmaya çalıştı.
Hatırlanacağı üzere, yıllar önce Mavi Marmara gemisine yapılan saldırı da benzer şekilde dünya kamuoyunda büyük tepki çekmişti. Bugün de aynı senaryo tekrar ediyor: Yardım taşıyan siviller hedef alınıyor, İsrail'in "güvenlik" bahanesiyle işlediği insan hakları ihlalleri görmezden gelinmek isteniyor.
Zulme Sessizlik, Suça Ortaklıktır
Bugün artık açıkça görülüyor ki Filistin meselesi sadece bir coğrafya sorunu değil; insanlık, adalet ve vicdan meselesidir. Giderek daha fazla ülke, Filistin devletini tanıma yoluna gidiyor. Buna karşın ABD ve İsrail’in ısrarla yürüttüğü işgal politikaları dünya barışını tehdit eder boyuta ulaşmış durumda.
Küresel toplumun bu noktada atması gereken adımlar net: İsrail ve ABD yönetimlerine karşı siyasi baskının artırılması, zorunlu haller dışında bu ülkelerle ekonomik ilişkilerin sınırlandırılması ve Filistin halkının insanca yaşam hakkını destekleyen tüm girişimlere sahip çıkılması.
Artık bir tercih değil, bir zorunluluk: Zulme karşı taraf olmak, insan olmanın gereğidir.