Armağan KULOĞLU

Tarih: 26.09.2025 00:22

İstikrarsızlık abidesi İsrail

Facebook Twitter Linked-in

İsrail, kuruşundan itibaren bölgede potansiyel bir tehdit olmuş ve zaman zaman da bu durumunu dinamik şekle dönüştürmüştür. Üzerinde kurulduğu Filistin bölgesindeki halkı varlığına tehdit olarak gördüğünden onlara zulmederek bölgeden uzaklaştırmaya çalışmış, uzaklaşmayanları da ya öldürmüş ya da karşı koyamaz hale getirmiş, yaşadıkları yerleri gasp etmiş, edemediği yerleri de kontrol altına almıştır. Bu eylemlerini gittikçe tırmandırmıştır.

Bir Filistin devletinin kurulmasına sürekli olarak karşı koymuş, onların yaşadıkları tüm alanları ele geçirmek için baskı, zulüm, korkutma ve sıklıkla da operasyonlar icra etmiştir. Bu eylemlerini, 07 Ekim 2023 baskınından sonra, bebek, çocuk, kadın, yaşlı hasta ayırt etmeden adeta çılgın bir düzeyde gerçekleştirmiş, bu dönemde tam anlamıyla katliam yapmış ve katliam soykırıma dönüşmüştür.

Soykırım devam ederken gönderilen yardımların Gazellilere ulaşması da engellenmiş, insanlar aç bırakılmış, çoğu çocuk olmak üzere insanlar açlıktan da ölmüştür. Şu ana kadar soykırıma tabi tutulan insan sayısı 63.000’e ulaşmıştır.

İsrail’in suç ortağı ABD

Bu soykırıma/insanlık suçuna, ABD’nin her konuda destek verdiği bilinen bir gerçektir. İnsanlar ABD bombalarıyla katledilmiştir. İsrail’in durdurulması için BMGK’da alınmak istenen kararlara engel olan ABD de suça ortak olmuştur. Dahası, Trump, Gazze’yi “Ortadoğu Rivierası" olarak turistik bir alan yapmayı önermiş, bunun için Gazze halkından kalanların göçe tabi tutulmasını ortaya atmıştır. Bölgenin Filistinlilerden temizlenmesini öngören bu açıklama İsrail’in daha da işine gelmiş olup, başlattığı işgal operasyonuna Gazze şeridi başta olmak üzere Gazze’nin tamamını ele geçirmek üzere devam etmektedir.

Operasyonun, 07 Ekim 2025'e kadar Gazze kentindeki tüm sivillerin zorla yerlerinden sürülerek orta kesimlerdeki mülteci kamplarına ve çevre bölgelere yönlendirileceği, ardından kentte kalan Hamas mensuplarına karşı kara saldırılar düzenlenerek kentin tam anlamıyla kuşatma altına alınacağı açıklanmıştır.

İsrail’in asıl amacının, Filistin’i yok etmek olduğu Batı Şeria’ya yaptığı operasyondan da bellidir. İsrail'in uluslararası hukuku yok saydığı, bu konuda ABD’ye güvendiği bilinmektedir. “Barış Sever” Trump, bu konuya hiçbir tepki göstermediği gibi “İsrail’in bileceği bir şeydir” diyerek, bundan sonra olacaklara da “yeşil ışık” yakmıştır.

Diğer taraftan BM üyesi 193 ülkeden Filistin’i tanıyan ülkelerin sayısı, İngiltere, Fransa, Belçika, Kanada, Avusturalya gibi son tanıyan Batı ülkeleriyle birlikte 157’ye ulaşmıştır. Tanıyan ülke sayısı gittikçe artmakta, bu durum İsrail’i tedirgin etmekte ve bir noktada yalnızlığa doğru itmektedir. Bu tanımalara karşı İsrail, Ürdün’ün batısında bir Filistin devleti kurulmayacağını ilan etmiş, tanımaların artması üzerine de Batı Şeria’yı ilhak etme tehdidinde bulunmuştur. Filistin’i tanıyan Batı ülkelerinin bu tehdide, İsrail’in bunun sonuçlarına katlanacağını ifade etmesi önem arz etmektedir. Son BM toplantısı da İsrail için hüsranla sonuçlanmıştır.

İsrail’in saldırıları ve işgal etmek istediği alan Filistin ile sınırlı olmaktan çıkmış, tehdit olarak değerlendirdiği bölgedeki tüm ülkeleri kapsar duruma gelmiştir.

Bu kapsamda ABD’yle birlikte İran’a yaptığı saldırı başta olmak üzere, bölgedeki Hamas ve Hizbullah unsurlarını bahane ederek özellikle Suriye ve Lübnan güney bölgelerini hedef almıştır. Suriye’deki saldırıları Şam bölgesini de içine almaktadır.

İsrail’in hedeflerinden biri de İstikrasız Suriye

İsrail, Suriye’nin üniter bir yapısına ve toprak bütünlüğüne kesinlikle karşıdır. Bunun için hedefi, ordusuz ve istikrarsız bir Suriye’dir.

İsrail Suriye’ye ordu kurmasına izin vermeyeceğini, bunun yerine güçlü bir polis örgütü kurmasını söylemiştir. Ordu kurulmasının gelecekte kendisine tehdit olacağına inanmaktadır. Bilindiği gibi Ordu’nun ülkenin tümüne hâkim olamaması ve ordu konusuna dışardan müdahale edilmesi, o devletin egemenliğini tartışmalı hale getirir.

İsrail Suriye’deki istikrasızlığı, bölgedeki iki oluşumu da kullanarak desteklemektedir. Güney bölgedeki Dürzileri destekleyerek orada fiilen özerk bir yapının oluşmasını sağlamıştır. Kuzeyde de PKK/PYD/SDG’yle ittifak sağlayıp işbirliği yaparak ve koordineli çalışarak güneyden kuzeye bir koridor (Davut Koridoru) tesis etmek üzere hareket etmektedir. Şam yönetimi de SDG’nin özerklik taleplerine karşı onunla mücadele etmektedir.

Kuzeyde bu mücadele devam ederken Batı'da da Alevilerin yeni bir siyasi oluşum kurma hazırlığına girdiği, Lazkiye ve Tartus'u, Humus ve Hama vilayetlerinin de bir kısmını kapsayacak seküler bir yönetim modeli kurmayı hedeflediği söylenmektedir.

Suriye’deki istikrarsızlığın Türkiye’nin güvenliğini ve bekasını tehdit edecek olan önemli bir konu da Batı tarafından hedeflenen Birleşik Kürt Federasyonu’nun Suriye ayağının oluşmasıdır. Suriye’nin istikrarsızlığı, üniter yapıda olmaması ve toprak bütünlüğünün bozulması Türkiye için bütünüyle tehdittir. Bu durum hem BOP hem de Büyük İsrail projesinin bir parçası durumundadır.

BE Barrak’ın da, Lozan’ı, Sykes-Picot ve Sevr ile birlikte zikrederek haritaların yanlış çizildiğine, dolayısıyla yeniden çizilmesi gerektiğine değinmesi, Türk-Kürt-Arap birlikteliğini ve bunların devlet içindeki konumlarını içeren, “Osmanlı Millet Sistemi” anlayışını ortaya atması, iç siyasette de Türk-Kürt-Arap ittifakı/birlikteliği ifadesinin bunun üzerine gelmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, üniter yapısı ve Türk Milleti kavramıyla ters düşmüştür. Birlik, beraberlik, bütünlük derken ayrışmaya neden olan böyle bir yaklaşımın ortaya çıkması sıkıntı yaratır. Bu konu ciddiye alınmalı ve dikkatle takip edilmelidir.

***

-İsrail’in bölgedeki amacı, Filistin’i yok etmenin, Suriye’nin üniter yapı ve toprak bütünlüğüne engel olmanın, kendisine tehdit olabileceğini iddia ettiği ülke ve örgütlere karşı mücadele etmenin ötesine geçmiş, arkasındaki kayıtsız, şartsız ve sınırsız ABD desteğini de alarak, Tevrat’ın hükümlerine göre hareket edip, “vadedilmiş topraklara” sahip olmaya dönüşmüştür. Artık bunu açıkça ifade etmekten de kaçınmamakta, bu gelişme İsrail’in Türkiye’ye karşı tehdit olma durumunu da beraberinde getirmektedir.

-GKRY de gittikçe artan bir silahlanmaya doğru gitmekte, İsrail’le de yakın bir işbirliği içinde hareket etmektedir. Bu kapsamda İsrail’den geniş bir sahada hem radar hem de aktif faaliyet gösterebilecek olan hava savunma sistemi alması dikkat çekmiştir. Bu durum hem KKTC hem Doğu Akdeniz hem de Türkiye için tehdit oluşturmaktadır.

-İsrail’in şimdilik Türkiye’yle doğrudan çatışma yerine, Türkiye’de iç istikrarsızlık yaratacak terör başta olmak üzere diğer eylemleri teşvik ve organize etmesi, Suriye kuzeyinde PKK/YPG/SDG’yi destekleyerek ve kışkırtarak onların da terör eylemlerinde bulunmasını sağlaması mümkündür.

-Türkiye’nin, kendisine tehdit olan ülke ve örgütlere, hamaseti bir taraf bırakarak anlayacakları şekilde karşılık vermesi önem arz etmektedir.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —